Aslında dışarıda görüşmediği, görüşme zeminini yitirdiği, ölümünün bile belki umurunda olmayacağı birine sığınıyordu. Ama yoğun bakımda, ecel terleri dökerken bunun bir anlamı yoktu.
Çünkü, gururun ötesine taşınmak üzereydi. O yüzdem sürekli onun adını sayıklamıştı.
Şimdi hayal metal hatırladığı yüzü maskeli, başı bereli, mavi üniformalı sıska yoğun bakım görevlisi, adını sayıkladığı, yoğun bakıma konuk olan aşığını merak etmişti
“Kapıdakilere sorarım. Ordaysa içeri alırım.”
Ama o, dışarı dediği yoğun bakımla sonlanan koridorda bekleyenler içinde, onun asla orada olmayacağını çok iyi biliyordu.
Keşke olsaydı diye kendince umutlanıyordu.
Makineler, monitörler, hortumlar, damarda ki serum aparatları arasında nefes nefeseyken kendine soruyordu.
Kim bilir şimdi o nerelerdeydi?
Ve ne yapıyordu?
Muhtemelen burada oluşundan bihaber hayatını yaşıyordu. Belki o da pandemi kurbanlarından biriydi ve başka bir yoğun bakımda başkalarının adını sayıklıyordu.
Günler sonra yoğun bakım çıkışında onu sedyeye alan kişiye
“O bahsettiğim kişi gerçek değildi. Lütfen duyduklarınızı unutun” dedi.
“Biz yoğun bakımcılar en sıkı sırdaşlarız. Her şey burada kalır. Emin ol!”
Evet yaşatmak için çalışan sağlık emekçilerinin sırdaş olduklarından zerre kadar kuşku duymuyordu. Ve yoğun bakımda sayıkladığı o isim yine gizemlere karışıyordu.
Neden onu sayıklamıştı?
Belki yalnızlıktı
Belki de bir beklentiydi, normale dönüldüğünde unutulan o kıymetli şey.
Ve şimdi pandemi şiddetinin devam ettiği günlerde, bir dağ yamacında ki taş evde, fırtına altında ve ateşler içinde, titreyerek ona yazdığı satırları okuyordu
“Sana karşı tövbemi bozuyor ve yazıyorum. Gururumu ayaklar altına alıyorum. Bana istediğin gibi kızabilirsin, yargılayabilirsin. Hatta beni arkadaşlarımıza istediğin gibi paralayabilirsin. Evet, sana karşı geri adım attım ve yazdım işte...” diye başlayan telefonda ki kayıtlı mesajıydı.
Yüksek ateşle titrerken, en zayıf anındayken, yoğun bakımda yaptığı gibi, belki yine ölümün sınırına gelirken ona yazmıştı. Ama o yazıyı telefon tuşuna basıp göndermemişti. Çünkü alevlenen soba ateşini düşürmüş, titremeleri durmuş ve özgüvenli yeniden geri gelmişti. Böylece yazdığını göndermemişti.
Biliyordu, eğer soba alevlenmese, ateşi düşmezse ve titremeye devam etse, o mesajı ona mutlaka atacaktı.
Ve sonrasında bir kez dahi cezalandırılacaktı. Hangi koşulda o mesajı atmanın hiç bir önemi yoktu.
Bazen zor anlarda isim sayıklamanın bir bedeli de vardı. Öğrenciliğinde, katılmadığı, belki kimsenin de katılmadığı ama resmi kayıtlara geçen bir meçhul eylem için alındığı gözaltında, ağrılar içinde, kantinde uzaktan bakıştığı, kırmızılı selvi boylu kızın kendinde var olan adını sayıklamıştı.
Çünkü, gerçek adını bilmiyordu.
Çünkü, cesaret edip adını sormamıştı.
Çünkü, ona sığınmak istemişti.
Gecenin karanlığında, kulakları sağır eden gürültü altında onu nasıl duymuşlardı?
Ve onu şüpheli diye misafir edenler yoğun bakımcılar gibi sırdaş değildi. Onlar için her sayıklanan kelimenin ve adın bir anlamı vardı ve mutlaka peşine düşülürdü.
O gürültüde bir defa duymuşlardı işte. Artık başı beladaydı. Ve kendisi gibi şüpheli diğerleri bırakılırken “Sultan kimdir? Nerde yaşar? Ne iş yapar” sorularına muhatap olacağı uzun süreli kötü muamele günleri başlıyordu.
Oysa Sultan dediği gerçek adını bilmediği o kişi sadece zor anında sığındığı, hiçbir ilişkisinin olmadığı kişiydi. Elbette ona zarar veremezdi. Ve başa gelen çekilirdi.
Bu acı hatırasına, bu zor deneyime rağmen, yıllar sonra, zor duruma düştüğü yoğun bakımda ve ateşlere içinde titrediği o fırtınalı gecede yine sığınacağı isimler sayıklamıştı.
Yine dost sohbetlerinde, sonradan aleyhinde kullanılacak sırlarını, beklentilerini, umutlarını paylaşmıştı.
Çünkü çokları gibi, o da duyguları olan, sığınmak isteği olan, dayanışmaya ve sevgiye aç, yüreği olan bir insandı.
Ne hastalanmak, ne kötü yerlerde yaşamaya mahkum edilmek, ne de yoğun bakımlarda nefes nefese kalmak istiyordu.
Çünkü, mutlaka sığınacağı, ismini sayıklayacağı birileri olacaktı. Ve bu yüzden başı her daim belaya girecekti.
Çünkü, insan olmak ve öylece kalabilmek bu devirde çok zordu.
Tüm mesele, insan da olsan, bu şartlarda zor durumlara düşmemek, zayıf davranmamak, sırrını ve en önemlisi yüreğindekini paylaşmamaktı.
Ama bu zor zamanlarda sır saklayanlar da vardı. Ve onların yüzü hürmetine “insanca yaşam ”yüreklere akarak devam ediyordu.