Her biri doğanın bize attığı birer çığlık aslında. Ama biz hâlâ kulaklarımızı tıkıyoruz.
Küresel sıcaklık artışı, artık soyut bir rakamdan ibaret değil. Her bir santigrat derece, milyonlarca insanın yaşam koşullarını, milyonlarca canlının varlığını belirliyor, etkiliyor.
Bilim insanları yıllardır uyarıyor, “Zaman daralıyor”. Ama siyasetçiler hâlâ ekonomik büyüme ve kalkınma masallarına sığınıyor. Bizleri de bu masallarla kandırmaya çalışıyorlar. Ve garip olan da, bunu başarıyorlar. Oysa kalkınmanın anlamı, yaşanabilir bir gezegen olmadan ne olabilir ki?
İklim krizi, sadece çevresel bir mesele değildir. Sosyal, ekonomik ve ahlaki bir meseledir. Bugün en çok etkilenenler, en az sorumluluğu olan insanlar, Küresel Güney’in yoksul ülkeleri, küçük ada devletleri, geçimini topraktan sağlayan köylülerdir.
Onların emeğiyle dönen dünya, onların omuzlarında yıkılıyor.
Ama umutsuz olmak lüksümüz yok. Çünkü hâlâ elimizde bir şans var, eğer bunu gerçekten istersek tabi.
Yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak, doğayla uyumlu kentler inşa etmek, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek, bu konuda çok önemli detaylardır.
Her birimizin atacağı küçük bir adım, kolektif bir değişimin başlangıcı olabilir. Ve bu da geleceğimizin yaşanılabilir olmasına katkı sunabilir.
İklim krizi, doğanın değil, insanın krizidir. Zira doğa, biz olsak da olmasak da bir şekilde yolunu bulur. Asıl mesele, bizim o yolda yerimizin olup olmayacağıdır.
Eğer o yolda ve devamında yer edinmek istiyorsak, azami bir dikkat ve özen göstermemiz gerekiyor.
Geçmişi geri getirmenin imkansızlığına herkes vakıf ama gelecekle alakalı güzel şeyler yapmanın güzellikler getireceği de herkesin kabulü olsa gerek.
Dünyamıza yazık etmeyelim.
Etmeyelim ki kendimize de yazık etmiş olmayalım.