İTAAT VE BİAT Mİ? LİYAKAT MI?

Başlığa; üçü bir arada misali, ister üçüne birden takılırsınız! İsterseniz seçtiğinizi öne çekip, diğer ikisini ardından sürüklersiniz!

Abone Ol

Ama, en başında kendi cephemden şunu ifade edeyim ki; “Liyakat” aslolandır. Biat ve İtaat’i asla bünyesinde barındırmaz liyakat. Liyakati değil maslahatı esas alan toplumların sonu felaket ve hüsrandır.
Şöyle bir dönün ve etrafınıza bakın; o denli sığlaştı ki her bir şey: Bir yerlerde adı; “başkan, sekreter, yönetici, yüksek kurul üyesi, danışman …” gibi ünvanlara sahip “seçili” temsiliyeti olan ve büyük çoğunluğu da erkek olan namlı şanlı şahsiyetler. Ayıp olmasın diye yanlarına birer ikişer kadın da katıyorlar ya maksat zevahiri kurtarmak kabilinden…
Alanlarında iflas bayrağını çekip, hâla ısrar ettikleri sivil toplum temsiliyet ünvânlarıyla gün geçmiyor ki basına verdikleri demeçleri ile kendilerini gündemde tutma derdinde olanlar mı dersiniz!
Binbir emekle kent kimliği, hafızası, sözlü kültürü üzerine yaratılan devasa emekleri hiç “yapılmamış” sayıp, bol sıfırlı finansal projeleriyle “iş” yapıyor görünenleri kültüralistleri mi ararsınız!
Kentin kimi güçlü ve etkili kurumlarının yöneticilerinin hamiliğinde; kendileri sahiden temsil hakkına sahiplermiş gibi davranarak, eleştirilere “tahammülsüzlük” göstersini alenen yine kendinde “hak” olarak görenler mi?
Saymakla bitmiyor maalesef!!!
Doğrusu biz toplum olarak belediye başkanlarını, valiyi, kaymakamı eleştirmeye alışmışız. Elbette eleştireceğiz onları. Sonuçta siyaseten seçilmişler politik olarak, atanmışlar da bürokratik olarak karar verici ve uygulayıcılar. O sebeple eleştirilecekler ki yanlışları, hataları ve eksiklerini görüp gereğini yapsınlar diye!
Ama bir de onların dışındakiler var.!!!
Size söylüyorum; asıl felaket orada. Her biri kendi alanında örgütlü kurumlarda o denli liyakatsiz ve sırf bir yerlere “itaat” ve “biat”le orada, koltuklarına yapışan aidiyet yoksunu ama “temsil” yetkisi sınırsız gibi davranan kişi var ki; şaşarsınız.
Belki Cioran’ın “Çürümenin Kitabı”nı okumayanların okuması, okuyanların da yeniden okumasının şimdi tam da zamanıdır…
“…eğer hepimiz panayır cambazı olmasaydık, eğer bilgiç bir şarlatanlığın hünerlerini öğrenmiş olmasaydık, nihayet edepsizlik ya da trajedi düzeyinde samimi olsaydık yeraltı dünyalarımız okyanuslar dolusu kin kusardı, bu okyanuslarda kaybolmak şeref payemiz olurdu: böylelikle onca acaipliğin ve yüceliğin yakışıksızlığından kaçmış olurduk"
Sanırım bu kadarı yeter…Sorun kendinize “bu tablonun neresindeyiz” diye…Bu 32 kısım tekmili birden temsili oyunu daha ne kadar oynayacağız sahi!