Ne yazık ki bu kez tartışmalar, sadece bir holdingin finansal faaliyetleriyle sınırlı kalmadı; toplumun doğrudan etkilendiği medya, eğitim ve sağlık gibi hayati alanlara da uzandı.
Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında, Can Holding’e bağlı çok sayıda şirket ve kurum için ağır iddialar gündeme geldi.
Nitelikli dolandırıcılıktan vergi kaçakçılığına, kaynağı belirsiz milyonlarca liranın şirket hesaplarına aktarılmasından kara para aklamaya kadar uzanan geniş bir suç yelpazesi…
El konulan şirketler listesinde ise kamuoyunun yakından tanıdığı Doğa Koleji, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Energy Petrol, Golden Hill otelleri, Mediza Hastanesi ve hatta ulaşım sektöründe hizmet veren firmalar bulunuyor.
Bu tablo bize aslında şunu gösteriyor:
Para trafiğinin görünmez ağları yalnızca bir holdingi ya da birkaç şirketi bağlamıyor.
Eğitim alanında çocuklarımızın geleceği, üniversitelerde gençlerimizin bilimi, sağlıkta vatandaşın tedavisi, medyada ise milyonların haber alma hakkı risk altına giriyor.
Birkaç kişinin “finansal manevrası”, koskoca bir toplumun güven duygusunu zedeleyebiliyor.
Habertürk ve Show TV gibi geniş kitlelere ulaşan medya kuruluşlarının da bu soruşturmada adı geçmesi, işin bir diğer boyutu.
Medya, halkın gözü kulağıdır.
Orada yaşanacak en küçük bir güven kaybı, doğrudan demokrasinin kalbine işlenmiş bir yara gibidir.
Çünkü halkın doğru bilgiye ulaşamadığı, kuşku ile ekranlara baktığı bir ülkede ne özgür basın kalır, ne de sağlıklı kamuoyu.
Buradan çıkarılması gereken ders çok açık:
Şirketlerin sahiplik yapıları ve finansal şeffaflığı, sadece ekonomi için değil, toplumsal güvenlik için de hayati önemde.
Medya kuruluşları, üniversiteler ve okullar, oteller ya da hastaneler yalnızca ticari işletmeler değildir; topluma doğrudan dokunan, sosyal dokunun parçası olan kurumlardır.
Onların arkasında kara para, dolandırıcılık ya da usulsüzlük gölgesi belirdiğinde, bedelini hepimiz öderiz.
Bugün olan biteni sadece bir “operasyon” olarak görmek büyük yanılgı olur.
Bu aynı zamanda Türkiye’de iş dünyası ile kamusal alan arasındaki ilişkinin, denetim mekanizmalarının ve şeffaflık kültürünün yeniden masaya yatırılması gerektiğinin en güçlü işaretidir.
Çünkü güven, sadece hukukla değil; aynı zamanda ahlakla, şeffaflıkla ve sorumlulukla ayakta kalır.