KAVRAMININ ŞİDDETİ 2: KÜRT AKLININ YENİ İMKÂNI

Bu yazı,“Kavramanın Şiddeti: İktidarın Kürt’ü Bilme Arzusu” başlıklı önceki metnin devamıdır. İlk bölüm, egemenlerin Kürt halkını tanımlama, ölçme, sınıflandırma ve kendi anlam rejimi içine hapsetme biçimlerini inceliyor; bilgiyi bir yönetme aracına dönüştüren bu kavrama mekanizmasını çözümlüyordu.

Abone Ol

Elinizdeki ikinci bölüm ise, bu mekanizmanın tersine dönmeye başladığı eşiği ele alıyor: İktidarın bilgi üretimine karşı Kürt halkının kendi hafızasını, kendi anlam evrenini ve kendi bilme biçimlerini yeniden kurduğu bir dönüşüm anını. Bu süreç, yalnızca politik bir hareket değil; derin bir epistemik yeniden doğuştur. Bu metin, söz konusu dönüşümün imkânlarını, sınırlarını ve ortaya çıkardığı yeni düşünsel alanı tartışmayı amaçlar.

Bir halkın aklı, yalnızca nasıl düşündüğünü değil, dünyayla kurduğu ilişkiyi de gösterir. Bugün Kürtlerin düşünme biçiminde ortaya çıkan değişim, uzun yıllar boyunca dışarıdan kurulan anlam çerçevelerinin çözülmesiyle belirginleşiyor. Kürt artık tarif edilen değil; kendi anlamını kuran bir özne hâline geliyor. Bu, ani bir kopuş değil; adım adım yer değiştiren bir bilinçtir ve tamamlanmış bir sonuç değil, sürekli yeniden üretilmesi gereken bir duruştur. Bilincin yönü döndüğünde, tarih de yeni bir yol aramaya başlar.

Egemenlerin yıllarca “bölge”, “sorun”, “güvenlik”, “kalkınma” gibi teknik ifadelerle kurduğu dil, açıklamaktan çok sınır çizen bir çerçeveydi. Kürt toplumu bugün bu dili çözebiliyor; devletin dışarıya değil, kendisine nasıl baktığını okumayı öğreniyor. Bu okuma tarzı bir karşı iktidar kurma arzusu değil; etik sınırlar içinde kendini koruma, düşünsel berraklığı sürdürme ve ortak değerlendirme yapabilme yeteneğidir.

Modern uzmanlık bilgisi yaşamı sürdüren bir zorunluluktur, fakat iktidarla birleştiğinde toplumu sınıflandıran bir mekanizmaya dönüşür. Yerel hafıza da kendi iç gerilimlerini taşır; gelenekler ve ilişkiler bazen özgürlüğü daraltabilir. Bu nedenle özgürleşme, özneleşme, merkezden gelen bilgiyi bütünüyle reddetmek ya da yereli sorgusuz sahiplenmek değildir. Doğru olan, bilginin yararlı yönlerini doğru bir zeminde yeniden yorumlamak; yerelin bakış açısını ise eleştirel bir süzgeçten geçirmektir. Bu uyanış, toplumda iktidarın merkezîleşmesini önleyecek denetim ve oto-eleştiri mekanizmalarını da zorunlu kılar.

Bugün Kürt düşüncesi, iktidarı sadece karşısına almakla yetinmiyor; nasıl işlediğini de çözümleyebiliyor. Dışarıdan bakmak yerine, yapının iç ritmini okuyarak düşünsel bir yeniden kurma pratiği geliştiriyor. Direniş, görünmez olmak değil; bakışı ve perspektifi yeniden düzenlemektir. Bu tavır, tahakküm kurmak değil, özgürlüğün düşünsel zeminini genişletmektir.

Gelinen noktada yeni Kürt aklı; kadınların getirdiği duyarlığı, ekolojik yaklaşımın geniş ufkunu, taşranın hafızasını ve ortak yaşamın pratik deneyimini bir arada tutan bir bütünlük oluşturuyor. Bilgi artık tek bir merkezin elinde değil; hayatın akışı içinde üretiliyor, elden ele dolaşıyor. Direniş de bu noktada dışarıdan gelen baskıya verilen bir tepkiyi aşarak kendi düşüncesini kuran bir varoluşa dönüşüyor.

Kürt coğrafyası Rojava, Rojhilat, Bakur ve Başûr’a ayrıldı. Her biri başka bir devletin egemenliği altında kaldı; ancak bu dört devletin Kürtlere yaklaşımı çoğu zaman aynı sınırlandırıcı bakışın farklı tonlarıydı. Bu yüzden Kürtlerin direnişi tek bir biçimden ibaret olmadı; her parça kendi toplumsal gerçekliğine, tarihsel yüküne ve gündelik deneyimine göre farklılaştı. Aynı baskı kalıpları farklı coğrafyalarda farklı tepkiler doğurdu; fakat tüm bu farklılıklara rağmen, Kürt aklının hareketi ortak bir özgürleşme arzusunda buluştu.

Bu dönüşümün en açık görülebildiği yerlerden biri Rojava’dır. Burada bilginin üretimi, yukarıdan aşağıya kurulan bir düzenle değil, toplumsal yapıların kendi deneyimlerinden doğuyor. Komünler, meclisler ve kadın yapıları kendi ihtiyaçlarına göre düşünce ve eylem alanlarını kuruyorlar. Doğayla uyumlu tarım pratikleri; şiddete karşı hem deneyimi hem hukuku bir araya getiren kadın kurumları; yerel sorunları ortak akılla çözen yapılar bunun örnekleridir. Burada bilgi, yönetmenin değil, birlikte yaşamanın aracıdır. Jinêolojî’nin ve ekolojik perspektifin sunduğu imkânlar ise yalnızca Kürt coğrafyasına değil, bugünün küresel ekolojik krizine ve ataerkil yapılarının baskısına karşı da yeni bir düşünce ufku sunuyor. Savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada, Demokratik Konfederalizm’in çerçevesinde gelişen bu deneyim başka coğrafyalara olduğu gibi taşınamaz. Bir model olmaktan çok eşsiz bir düşünce laboratuvarıdır. Buradan alınabilecek evrensel ders, bilginin topluma açılması gerektiğidir.

Hiçbir toplumsal yapı kusursuz değildir. Savaşın ağırlığı, kaynak eksikliği ve iç gerilimler bu deneyimde de kendini gösterir. Bilgiyi etik bir biçime dönüştürmek ideal bir hedeftir; bu hedefe yaklaşmak ise sürekli bir emek ister. Önemli olan eksikleri gizlemek değil, onları düzeltme iradesini korumaktır.

Adil bir bilgi düzeni hem erişimi hem üretime katılımı kapsar. Bilmek ayrıcalık değil; sorumluluktur. Adalet, bilginin dolaşımındaki eşitlikle başlar ve düşünsel alan böylece ortak bir hafızaya dönüşür; akılla vicdanı aynı anda harekete geçirebilen bir hafızaya.

Bir halkın dili, onun bilincinin en berrak aynasıdır. Yıllarca yok sayılan Kürdün dili, bugün yeni bağlamlarda başka bir hayata kavuşuyor. Bu değişim gürültülü değildir; dengbêjlerin sözünde, kadınların anlatılarında, taşranın sakin hafızasında kendini gösterir.

Yüzyıllarca egemenler konuştu, Kürtler dinledi. Bugün söz Kürtlerden yükseliyor; egemenler anlamaya çalışıyor. Bu sessiz ama sarsıcı dönüşüm, bir halkın kendi aklını yeniden kurma iradesinin sonucudur. Çünkü düşüncenin yönü değiştiğinde, tarih artık eski akışına dönmez.

Bugün Kürt aklı, tarihsel yükünü bir kimlikten öte bir düşünme imkânına dönüştürmenin eşiğinde duruyor. Bu akıl, baskının bıraktığı tortuyu taşısa da onun gölgesinde kalmıyor; her parçalanmışlığın içinden yeni bir bütünlük fikri çıkarıyor. Özgürlük artık yalnızca siyasal bir talep değil; bilginin paylaşımıyla, hakikatin çoğullaşmasıyla ve ortak yaşamın yeniden tanımlanmasıyla kurulan bir varoluş biçimi hâline geliyor.

Kürt halkının düşüncesi, yüzyıllardır kendisine biçilen rollerin dışına çıkıp kendi yönünü aradıkça, yalnızca kendi tarihini değil, içinde yaşadığı coğrafyanın geleceğini de yeniden kurma gücü kazanıyor. Çünkü bir halk kendi aklını özgürleştirdiğinde, değişen yalnızca o halk değildir; onunla birlikte dünyanın dehlizlerinde dolaşan eski kavramların da çürüyen yüzleri dökülmeye başlar.

Kürt aklının bugün kurduğu yeni imkân, bir sonucun değil, uzun bir yürüyüşün başlangıcıdır. Sessiz, sabırlı ve kararlı bir yürüyüş…

Ve tarih bize her defasında şunu hatırlatır:

Bir halk düşünmeye başladığında, dünyanın istikameti kaçınılmaz biçimde değişir.