Kurşun gibi asbestte adres sormuyor

Toprağın yerine düşündüler ve orada kurşun ağır kalır dediler. Çünkü yeryüzünde kurşuna şiddetle ihtiyaç duyuyorlardı. Bu yüzden toprağa gömülü kurşunlar için toprağa karşı, makinalarla topluca hücuma geçtiler.

Abone Ol

Dinamitler patladı, toprakta ne varsa yeryüzüne saçıldı. Herkes üzüm asmalarına ve meyve ağaçlarına toz yağdı derken, toz içindeki atomları göremedi. Oysa o atomlar nefes nefese ilerliyordu. Yeryüzü yetmiyor, gökyüzü de toprağın renginle kararıyordu.

Orada yaşayanların ikinci göçüydü. Birincisi fermanla unutulmuş, firari hikayelerde ve kaçak aydınların vicdanında kalmıştı. Doğa henüz insanları kucaklayabilecek bir haldeydi, unutmak temiz havada daha kolaydı.

İkincisi başka bir felaketin habercisiydi. Belki koruma görevlisi olmadıkları için belki de silahların gölgesi ağırkaldığı için, coğrafyanın birçok köyü gibi Pirejman da sakinleşmişti. Unutmak havasız ortamda artık daha ağır geliyordu.

Köyünü bir şekilde terk edersen, geri dönerken bıraktığın gibi bulamazsınız. Ne olur köyünüzü terk etmeyin” demişti köyün ak sakallısı, aslında birinci göçün çocuk süvarisi.

Kurşun, topraktan çıkarılmalı deniliyor.

Kurşun, çıkarılmak için hain oyunlara aktör yapılıyor.

Kurşun, nihayet toprakla birlikte çıkıyor.

Kurşun toprağa, havaya, suya ve insan hücrelerine itinayla iniyor.

Kurşun, bir yandan da bir avuç yurtseverin vicdanına düş’üyor. Vicdan rahat durmuyor. Kurşuna karşı yürüyor, ölüm ikliminde..

Dinamit habirepatlıyor toprağın kalbine, sonra ortalığa kurşun, çinko ve belki Amerikan çölünün boz reisinin peşinde olduğu nadirat saçılıyor.

Ortalıkta kulakları paslatan, hafif rüzgarla karışık asbest yağmuru melodisi çalınıyor.

Asbestçiler, Azrail kostümüyle “savaştan değil ama kanserden ölmek isteyen”bir ömür barış peşinde tükenen coğrafya insanına “biz şaka yapmıyoruz, siyasi davranmıyoruz, edebiyat yapmıyoruz, savaştan değil kanserden ölmek isteyen siz halkımıza kanserden beleşe ölüm bahşediyoruz” diyorcehennem zillerini çalıyorken.

Onlar ikinci göçten yorgun, kırgın ama umutla geldiler. Köylerinde ev yapmak istediler. Dedeleri gibi bağlarınıbudadılar ve onların gücüyle bağlarını bellediler.

Ama dedeleri gibi üzüm yiyemediler, dallarda sıralı sucuk göremediler, kara kazanda pekmez kaynatamadılar, damlarda pestil serpemediler. Marketten aldıkları üzümle bağda, bozarmış dallar arasında, terleten gölgenin altında nostalji yapmaya özendiler.

Aslında asbesti yöre halkı iyi tanırdı. Eskiden Çermik hastalığı derlerdi. Şimdi topraktan makinaların marifetiyle yayılan asbest için ne diyecekler, emin değiller.

Madenciler, kurşuncular, su kaybettirenler, asbest taşıyıcıları, dinamitçiler, “para kazanıyoruz ve kazandırıyoruz, ekonomiye katkı sunuyoruz, ticaret yapıyoruz”diyorlar.

Ve “yok sizden farkımız, belki sizden daha iyi de olabiliriz, bizde siyasetin parçasıyız, sivil toplum kuruluşlarında çalışıyoruz, demokratız, doğamızı seven yurtsever insanlarız, villalarımızın bahçesi ağaçlarla dolu, sitelerimizde ağaç ekiyoruz” falan diyorlar, her bir şekil medyada güzel ve etkili cümlelerle.

Madencilerin yok ettiği doğayı koruyanlara “siz bir durun bizimde hassasiyetlerimiz var”diyorlar.

Bir tek Pirejman ve ona kaderdaş köylerden esirgenen malum hassasiyetleri koruyan memleketin güçlü iradesi karşılıyor. Evet bu irade sadece madenlerle her şeyini yitiren köylülerin karşısında vardır. Çünkü öte tarafta tatile çıkmıştır.

Pirejmanlılarses veriyor. “Kurşun gibi asbestte adres sormuyor!”

Ve yıllar sonra köylerine dönenler, bir kaç yıl sonranın diyaliz makinelerinde randevu almanın telaşındadır. Çünkü böbreklere kurşun düşmüştür.

Koruma görevlileri silahlarını oyun oynuyoruz diyerek, toprağı maden uğruna gasp edilen köylünün üzerinde deniyor. Kendisini kutsal bir işte zannediyor, köylüyü korkutmaya çalışırken. Ama o da asbest soluyor hala ve bedeninde gezinen kurşun partikülü adres sormamış.

Köyün adı Pirejman. Bir XançepekliMıgırdıçgeçmişti birinci yıkımda ve çok yakında.İkinci yıkımda adressiz ve adsız genç ölülerin ertelenmiş düşleri toprağın altındadır.

Ve üçüncü yıkımın içinde, toprak kurşunla dağılıyor. İkincide kaybolan düşler kurşun partiküller içinde “durun bir dakika” diyor. “Biz olmasak ta düşlerimizle yeşerttiğimiz bir doğamız var. Hiç olmazsa onu koruyun” diyor.

Hava kurşun gibi ağır”diye çok uzak bir coğrafyadan eşlik ediyor şair Nazım. Sonra “sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” diye vaktinde bir dost sıcaklığıyla “Kerem gibi yana yana” derken.

Pirejman, coğrafyanın aydınlığı için bir işarettir.

Belki yarınların karartılmasının bedelidir.

Belki de bedeli çölleşecek ülkenin birinci basamağındadır.

Pirejman, kurşun istemiyor.

Pirejman, asbest istemiyor.

Pirejman, çocukların sağlıklı meyveler yiyebileceği bir tabiat istiyor.

Ve Pirejman, son yıllarda “yaşamak ve yaşatmak istiyoruz” diyen hekimlere selam diyor.

Ve de onlardan biri “geç kalmadan madencilik adı altında coğrafyanın çölleştirilip insansızlaştırılmasınakarşı Pirejman’a destek çıkalım” diye selamlıyor Pirejman’ı.