Tahir Elçi de onlardan biriydi.
Sanki sessizliğiyle konuşur, sözleriyle yaraları sarar, duruşuyla “adalet” kelimesine yeniden anlam verirdi.
Onu tanıyanlar, sesinin hep aynı tonda olduğunu anlatır. Ne bağırırdı, ne kızardı.
O sakinlik ve adalet arayışının en berrak hâliydi belki de. Çünkü bazen dünyayı değiştiren çığlıklar değil, ısrarla fısıldanan doğrular olur.
Türkiye’nin yakın tarihine adını derin bir iz bırakarak yazan Tahir Elçi, sadece bir avukat değildi. O, bir dilin, bir kültürün, bir kentin ve en önemlisi kimliklerine bakmaksızın insanlığın onurunu savunan bir hak savunucusuydu.
İnsanlar ona dava dosyalarıyla değil, yaralarıyla gelirdi. Ve o, her yaraya aynı incelikle eğilirdi.
Diyarbakır’ın dar sokaklarından yükselen sesi, yıllarca ülkenin dört bir yanına yayıldı. Bazen bir mahkeme salonunda, bazen harap olmuş bir evin kapısında, bazen bir sivil toplum toplantısında, bazen de kamusal bir tartışmanın tam ortasında.
Her yerde, sakin, sabırlı, inatla insandan yana bir Tahir Elçi vardı.
1966’da Cizre’de doğan Tahir Elçi, erken yaşlarda adalet duygusunun hayatının merkezine koyduğu bir ortamda büyüdü. İlk, orta ve lise öğrenimini Cizre'de tamamladı. Elçi, 1991 yılında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Hukuk eğitimiyle beraber, adalet duygusu profesyonel bir kimliğe büründü ve onu Türkiye’nin en önemli ceza avukatlarından biri haline getirdi. Özellikle 1990’lı yıllarda bölgedeki ağır hak ihlallerinin arttığı dönemde, Elçi’nin ismi “sesini duyuramayanların avukatı” olarak çoktan hafızalara kazınmıştı.
Kasım 2012'de Diyarbakır Barosu Başkanı seçilen Elçi, 2014 yılı olağan genel kurulunda yeniden Baro Başkanlığına seçildi. Aynı zamanda İnsan Hakları Derneği üyesi olan Tahir Elçi, ayrıca Türkiye Barolar Birliği (TBB) İnsan Hakları Merkezi Bilim Danışma Kurulu ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Kurucular Kurulu üyeliği görevlerini de yürütmekteydi. Tahir Elçi’nin Diyarbakır Barosu’ndaki liderliği, klasik bir baro başkanlığından fazlasıydı. Baro onun döneminde yalnızca hukuki bir kurum değil, aynı zamanda bir toplumsal vicdan platformu hâline geldi. Faili meçhuller, işkence iddiaları, sokağa çıkma yasakları… O, tüm bu meselelerde hukukun karanlığa karşı en temel ışık olduğunu hatırlatmak için kararlı bir tutum sergiledi.
Elçi’nin çalışma biçimi sessiz ama ısrarlıydı. Sessiz ama dur durak bilmeden çalışırdı. Sessiz ama inadına sonuç odaklıydı. Kişisel çatışmalardan ve sert polemiklerden uzak durur, ama hakikat konusunda asla geri adım atmazdı. Bu nedenle hem kendi çevresinde hem de uluslararası alanda büyük bir saygı gördü.
Elçi, 14 Ekim 2015 tarihinde CNN Türk kanalında Ahmet Hakan'ın hazırlayıp sunduğu ‘Tarafsız Bölge’ programında "PKK, terör örgütü değildir. Silahlı, siyasal bir harekettir." demesi nedeniyle 20 Kasım günü Diyarbakır'da gözaltına alınarak İstanbul'a getirildi. Elçi, savcılığın tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etmesine karşın Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Ayrıca Elçi hakkında, “terör örgütü propagandası” iddiasıyla 7,5 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanmış ve yurtdışına çıkış yasağı konulmuştu. Bu açıklamanın ardından CNN Türk kanalına 700 bin lira para cezası kesildi.
Tahir Elçi’nin hayatını anlatırken, onun ölümü üzerine susmak mümkün değil. 28 Kasım 2015’te, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde tarihi Dört Ayaklı Minare’nin önünde yaptığı barış çağrısından birkaç dakika sonra vurularak hayatını kaybetti. O güne kadar bir hukukçu olarak onlarca faili meçhul dosyayla uğraşmıştı. Ne garip ve ironikki kendi ölümünün failleri de hâlâ bulunamadı.
O gün, Dört Ayaklı Minare’nin önünde söylediği cümle hâlâ kulaklarımızda; “Biz çatışmaların, silahların, operasyonların bu tarihi bölgede olmasını istemiyoruz.” Belki de ömrünün özeti buydu.
İstemiyordu. Ne ölümü, ne öldürmeyi, ne çatışmayı, ne yokluğu…
İnsanların birbirine sarıldığı, şehirlerin çocuk kahkahalarıyla dolduğu bir yaşamdan yanaydı hep.
Sözleri yarım kaldı, hayatı yarım kaldı, Adalet ise hâlâ O’nun bıraktığı yerde, O’nu arıyor.
Bu durum yalnızca bir insanın kaybı değil, aynı zamanda bir toplumun adalet arayışı açısından büyük bir yara oldu.
Tahir Elçi’nin mirası, ona atfedilen unvanlardan ya da yapılan anmalardan çok daha geniş bir anlam taşıyor.
Onun mirası; Hukukun üstünlüğüne koşulsuz bağlılık, Barışa olan inanç, her insanın eşit yaşam hakkı ve korkusuzca hakikatin peşinden gitme kararlılığıdır.
Bazı insanlar unutulmaz olur. Çünkü yokluklarında daha çok VAR olurlar.
Tahir Elçi de aynen böyle biri.
Adı geçtiğinde bir iç çekiş, bir hüzün, bir ‘keşke yaşasaydı’ cümlesi beliriyor dudaklarda.
Ama aynı anda bir gurur da beliriyor.
İyi insanlar gerçekten varmış diyebilmenin gururu.
Ve bir insanın, sadece doğru bildiğini söylediği için bile tarihe nasıl iz bırakabileceğinin gerçeği.
Bugün onun adına kurulan vakıf, yapılan etkinlikler, genç avukatların ilham aldığı davalar gösteriyor ki Tahir Elçi yalnızca bir dönemin değil, geleceğin de hukuk anlayışını şekillendirmeye devam ediyor.
Tahir Elçi’nin hikâyesi bize şunu hatırlatır:
Hakikat bazen tek bir insanın sesinde hayat bulur.
Ve o ses kaybolmuş gibi görünse bile, bıraktığı yankı toplumların vicdanında yaşamaya devam eder.