Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 13'üncü toplantısında hukuk dernekleri temsilcilerinin ardından akademisyenleri dinledi. İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Eren, Kürt sorununun hak sorunu olduğunu söyleyerek, "Anayasa'nın 83. maddesinin 14. fıkrasının kaldırılması belirsizliği sonlandıracaktır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruların, kararların uygulanması bağlamında, yeniden yargılama kurumuna ilişkin mevzuattaki belirsizliğin giderilmesi mağduriyetleri giderecektir. İdari özerklik bağlamında, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için hak temelli yasal düzenlemelerin yapılması destekleyen grupları memnun edecektir" ifadelerini kullandı.
Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Anayasa ile ilgili konunun gündeme gelmesinin doğal olduğunu belirterek, "Kürt sorununun çözümünde iki boyut düşünülmelidir. Silahsızlandırma, Anayasa ve yasal düzenleme. Anayasal talepler, kültürel kimlik, vatandaşlık ve idari yapı. Kültürel kimlik, ana dilde eğitim. Resmi dil-ana dil arasında karşıtlık yoktur. Doğru bir düzenleme yapıldığında bu iki dil birbirini besler. İdeal bir Anayasa bu konuyu ihtiva etmelidir. Öneri olarak, şayet olmuyorsa Anayasa'nın 42. maddesinde yer alan 'Türkçe'den başka hiçbir dil öğretilemeyeceğine' dair yasakların kaldırılması düzenlemesi yapılabilir" şeklinde konuştu.
Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Üzülmez, siyasi alanda yapılacak müzakerelerin Anayasa değişikliği getirebileceğini veya yasa değişikliğine gidilebileceğini söyleyerek, "Kapsamı ve sınırı belli olmayan bir konu hukuki düzenlemelere konu edilemez. Küresel sorunları yaşamış, sorunun çözümüne yönelik belli süreçler yürütmüş ülkeler var. Bu olayların tarihsel süreçlerin anlatıldığı, siyasilerin konunun çözümüne yönelik mücadelenin ele alındığı, hukuki süreçlerin teğet geçildiği değerlendirmeler var. En azından yararlanabilmek açısından süreçlerle ilgili hukuki düzenlemelerin gözden geçirilmesi fayda sağlayabilecektir" diye konuştu.
İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmut Koca, PKK mensuplarının topluma kazandırılmasının sıhhatli bir şekilde sağlanabileceğine işaret ederek, "Ceza adaleti sistemindeki mevcut hukuki düzenlemeler, terör örgütünün tasfiyesi ve yeniden topluma kazandırılması bakımından yeterli olmayacağından, bu konuda özel bir kanuni düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çıkartılacak topluma kazandırma kanunu üç aşamayı düzenlemelidir. Bunlar; silahların bırakılması, örgüt mensuplarının adli mercilere teslimi ve örgüt mensuplarının rehabilitasyon süreci şeklinde belirlenebilir. PKK, siyasi amaçlarla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, devletin varlığını, milletin siyasi birliğini ve bütününü parçalama hedefinden vazgeçtiğini ilan etmiştir. Bu vazgeçmenin sözle topluma açıklanması önemli olmakla birlikte, kuşkusuz yeterli değildir. Örgütün kontrolünde bulunan her türlü silah ve mühimmatın, diğer mal değerlerinin emniyet birimlerine tamamen teslim edilmesi ve böylece bilgi verilmesi gerekmektedir. Örgütün sadece Türkiye'de bulunan mensuplarının değil, yurt dışında ve kontrolünde bulunan diğer örgütsel yapılardaki mevcut kişilerin de katılmaları gerekir. Bu tespitlere binaen teslim olan örgüt mensupları sonrası örgütün varlığının sona erdiğinin ilan edilmesi gerekir" ifadelerini kullandı.
Koca, genel af ya da özel kanun çıkartarak düzenleme yapılabileceğini söyleyerek, "Genel affın düşünülmemesi gerektiğini söylüyorum. Affın hukuku zayıflattığını, hukuka güveni zayıflattığını, davranış normlarında karmaşa oluşturduğuna inanıyorum. Ortada çalışmalar var. 40-50 yıldır cinayet işleyen bir örgüt var. Denetimli serbestlik adı altında rehabilitasyona tabi tutmazsanız, ekonomik olarak desteklemezseniz başka oluşumlarla karşı karşıya kalırsınız" şeklinde konuştu.
İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahri Öztürk, yasal düzenlemelerin yeterli olmadığına işaret ederek, "Gerçekten de çözüm yolu sürece dahil edecek kişinin hükümlü olup olmadığına göre değişmektedir. Hükümlüyse az veya koşullu olmaya ilişkin düzenlemeler kullanılabilecek. Hükümlü değilse o zaman kişi ya şüphelidir ya da sanık. Bu durumda örneğin Almanya'da olduğu gibi etkin pişmanlık veya af gündeme gelebilecek. Ancak etkin pişmanlık kavramını burada yeniden tarif etmek icap edecektir. Bu işte özel bir yasal olay. Bu çalışmalara başlanmasının ilk ve en önemli şartı silahların tümüyle gömüldüğünden emin olunmalı. İkincisi bu çalışmanın genel afla dönüşmesi eklenmelidir. Bu nedenle hüküm pişmanlıkta bile benzer bir şekilde sürece aktif olarak katılmayanların bundan yararlanması kabul edilmemelidir. Kim örgütü samimi olarak bırakıp örgüt üyelerinin silahı gömmesini sağladıysa, sadece o örgüt ve mensupları sürece katılabilmelidir diye düşünmelidir. Bunlar yapıldıktan sonra başta anayasa olmak üzere Ceza Muhakemesi Kanunu ve İnfaz Kanunu'nda ve mevzuatta yapılacak düzenlemelerle, ki bu ancak özel bir yasayla olabilir, en zorlu virajlardan belki de sonuncusu hasarsız geçilmiş olmalıdır" diye konuştu.
Öztürk, genel affın kimin ne yaptığına bakılmaksızın yapılması gerektiğini belirterek, "Biz sürekli pişmanlıktan bahsettik. Silahı bırakıyor mu? Etkin bir şey yapıyor mu? Yeni özel düzenleme lazım. Pişmanlık silahın yakılmasıdır. Eğer af çıkarılacaksa, özel bir şey olmalı" ifadelerini kullandı.