UMUT HAKKI VE KOMİSYONUN SINAVI

Diyarbakır’da düzenlenen “Umut Hakkı” yürüyüşü, sadece bir kitlesel eylem olmanın ötesinde, Türkiye’nin en yakıcı meselelerinden biriyle yeniden yüzleşme çağrısı niteliği taşıdı.

Abone Ol

Demokratik Kurumlar Platformu’nun öncülüğünde gerçekleşen yürüyüşte dile getirilen talep, Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun Abdullah Öcalan ile görüşmesi yönünde oldu.

Bu çağrının merkezinde ise yıllardır gündemde olan ama somut karşılığı bulunmayan “umut hakkı” meselesi var.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bundan 11 yıl önce verdiği kararla, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının mutlaklaştırılamayacağını, her mahkûmun bir gün özgürlüğe kavuşma umuduna sahip olması gerektiğini vurgulamıştı.

Ancak aradan geçen zamana rağmen bu kararın Türkiye’de hayata geçirilmemesi, hukuk ve siyaset zemininde ciddi bir boşluk oluşturuyor.

Düzenlenen yürüyüşte, Demokratik Bölgeler Partisi Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar’ın da vurguladığı üzere, söz konusu komisyonun Öcalan’ın iradesiyle şekillendiği iddiası dikkat çekiyor.

Ancak kamuoyunun önündeki temel soru, komisyonun gerçekten işlevsel olup olmayacağı.

Eğer bu yapı, yalnızca sembolik bir “iyi niyet” göstergesi olarak kalacaksa, beklentiler hızla hayal kırıklığına dönüşecektir.

Komisyonun inandırıcı olması için en azından üç noktada adım atması gerekiyor:

Şeffaflık: Kiminle, nasıl ve hangi çerçevede görüşmeler yapılacağı netleşmeli.

Hukuki Bağlayıcılık: AİHM kararları doğrultusunda “umut hakkı”na dair yasal düzenlemeler hayata geçirilmeli.

Toplumsal Katılım: Süreç yalnızca belli aktörler arasında sınırlı tutulmamalı; geniş bir toplumsal mutabakat hedeflenmeli.

Elbette bu çağrı, Türkiye’de siyasal kamplaşmayı da yeniden keskinleştirme potansiyeli taşıyor.

“Öcalan ile görüşme” ifadesi, toplumun geniş kesimlerinde hâlâ derin bir hassasiyet yaratıyor.

Ancak şunu görmek gerekiyor: Bu tür adımlar yalnızca “siyasi risk” olarak ele alınırsa,

Türkiye bir kez daha çözüm ihtimalini ertelemiş olacak.

Oysa toplumsal barışın tesis edilmesi, hukuk devletinin güçlendirilmesi ve farklı kimliklerin eşit yurttaşlık talebinin karşılanması, uzun vadede ülkenin en büyük kazanımı olacaktır.

“Umut Hakkı” yürüyüşü, Türkiye’ye bir gerçeği yeniden hatırlattı: Kürt meselesi, görmezden gelinerek değil, cesur ve şeffaf adımlarla çözülebilir.

Bugün gözler, Meclis’te kurulan komisyonun atacağı adımlarda.

Eğer bu süreç, topluma güven verecek şekilde ilerlerse, sadece bir siyasi açılım değil, aynı zamanda hukuk ve demokrasi açısından tarihi bir fırsat olabilir.

Ama aksi olursa? Umut yerini yine güvensizliğe bırakır.

Ve Türkiye bir kez daha, geleceğini konuşmak yerine geçmişin gölgesinde oyalanmaya devam eder.