VAADEDİLMİŞ TOPRAKLAR VE SÜRGÜNDE BİR YAHUDİ: FRANZ KAFKA

Kafka’nın metinleri, modernliğin yalnızlığını aşan bir derinlikte, sürgünlükle kutsallık arasındaki kırılmayı anlatır.

Abone Ol

Franz Kafka’nın metinleri üzerine yüzyılı aşkın süredir sayısız yorum yapıldı. Kimileri onu modern bireyin ruhsal parçalanışını anlatan bir yazar olarak okudu, kimileri de bürokrasinin soğuk duvarları arasında ezilen insanın sözcüsü olarak. Fakat Kafka’nın metinlerinin derininde, bütün bu varoluşsal ve toplumsal okumaları aşan teolojik bir bilinç de vardır.
Bu yazıda Kafka’nın metinlerini, Yahudi kimliği, “Vaadedilmiş Topraklar” fikri ve sürgün teması ekseninde yeniden okumayı deniyorum. Dönüşüm’deGregor Samsa, Hristiyan Avrupa’da dışlanan Yahudi’yi simgeler; onun böceğe dönüşmesi, toplumun “öteki”yi insanlık dışına itmesinin alegorisidir. Dava’da adaletin belirsizliği, vaadin hep ertelenen doğasına karşılık gelir; mahkeme, Tanrı’nın sessizliğini yansıtır. Şato’da ise kurtuluş arayışı, hiçbir zaman ulaşılamayan bir vaade dönüşür. Özetle, Kafka’nın bu üç eseri, dışlanma, belirsizlik ve ertelenmiş kurtuluş temaları üzerinden şekillenen bir sürgün teolojisini görünür kılar.
Dönüşüm: Hristiyan Avrupa’da Yahudinin Alegorisi
Kafka’nın Dönüşüm adlı eseri, Gregor Samsa’nın dev bir böceğe dönüşmesiyle açılır. Bu dönüşüm, yalnızca bireysel bir yabancılaşmanın değil, Avrupa’da Yahudi kimliğinin dışlanışının alegorisidir. Gregor Samsa, Hristiyan Avrupa’nın içinde yaşayan ama o dünyanın ne tam içinde ne de tamamen dışında olabilen Yahudi’yi temsil eder. Kendisini insan olarak gören, ancak çevresi tarafından “başka” olarak damgalanan bir figürdür o. Böceğe dönüşmesi, toplumun gözünde Yahudi’nin bir “öteki”ye, hatta bir tehdit unsuruna indirgenişini simgeler. Samsa’nın ailesi tarafından dışlanması, Avrupa toplumunun yüzyıllar süren antisemitik reflekslerini yansıtır. Aile, burada toplumu temsil eder: Yasa hâlâ vardır ama artık ilahi değil, dünyevidir. Baba figürü hem otoritenin hem de tahakkümün sembolüdür; Tanrı’nın yerini almış seküler baba, modern toplumun soğuk yargıcına dönüşmüştür. Gregor’un dışlanışı, bir isyan değil, yavaş bir siliniştir. Artık kimse onu yargılamaz, çünkü hiç kimse onu görmek istemez.
Dava: Belirsiz Vaat ve Kayıp Adalet
Kafka’nın Dava adlı romanında Joseph K.’nın adalet arayışı, “VaadedilmişTopraklar”ın varlığına dair belirsizlikle aynı ruhta örülmüştür. Mahkeme vardır ama suç belli değildir; yasa işlemektedir ama kimse anlamını bilmez. Tıpkı “Vaadedilmiş Topraklar” gibi vaad vardır fakat onun nerede olduğu, gerçekten var olup olmadığı asla kesinleşmez. Bu yüzden Dava, yalnızca bir bürokrasi eleştirisi değil, belirsizliğin teolojisidir.
Joseph K.’nın yaşadığı süreç, insanın “kurtuluş” fikrinden kopuşunu yansıtır. O ne suçunun farkındadır ne de bağışlanma umuduna sahiptir. Bu karanlık arayış, modern insanın Tanrı’nın sustuğu bir çağda kurtuluşu arama biçimidir. Mahkeme salonları, Tanrı’nın tapınaklarından geriye kalmış boş yapılara benzer; hüküm beklenir ama gökten inmez. Yasa hâlâ vardır ama artık kutsal değildir; yalnızca kutsalın sekülerleşmiş gölgesidir. Adalet, tıpkı kurtuluş gibi, hep gelecekte kalır; hiçbir zaman şimdiye inmez. Joseph K.’nın çabası beyhude değil, trajiktir. O, insanlığın en eski hikâyesini yeniden yaşar: ulaşılmayan “VaadedilmişTopraklar”a doğru süren sonsuz bir yürüyüş.
Şato: Erişilemeyen Vaat
Kafka’nın Şato romanında Bay K., ulaşmak istediği merkeze hiçbir zaman varamaz. Her seferinde görünmez güçler, bürokratik engeller ve belirsizlikler tarafından durdurulur. Şato, kurtuluşun seküler kalıntısıdır: ilahi merkezin yerini almış, boş bir vaat mimarisidir. Vaadedilmiş Topraklar” artık yeryüzünde bir ülke değil, insanın tarih boyunca peşinden koştuğu ama hep “bir adım ötede” kalan bir anlam ufkudur. Bay K. asla ulaşamaz; çünkü her hakikat, kurtuluş anından biraz sonradır. Romanın sessiz finali, bu teolojik paradoksu fısıldar: “Vaadedilmiş topraklar vardır, ama insana uzaklığı insan ömründen biraz daha fazladır.”
Kafka ve Sürgün Teolojisi
Kafka’nın dünyası, modernliğin kutsal sessizliği içinde şekillenen bir sürgün teolojisidir. Tanrı yok değildir; yalnızca susarak varlığını duyurur. İnsan, bu sessizlikte anlam ararken kendi varlığının ağırlığı altında ezilir. Sürgün, burada Tanrı’nın cezalandırması değil, hatırlanma biçimidir.
Kafka’nın Dönüşüm, Dava ve Şato üçlemesi, bu sürgün teolojisinin farklı yüzleridir. Bu üç yapıt birleştiğinde Kafka’nın sesi duyulur: Tanrı susar ama hâlâ oradadır; yüzünü çevirmiştir ama unutulmamıştır.
Kürtlerin tarihi, tıpkı Yahudilerin tarihi gibi sürgün, parçalanmışlık ve sessizlikle örülüdür.
Bu ise başka bir yazının konusudur.