YENİDEN ANTAKYA

Aslında belki de “Hatay” demeliydim. Sonuçta 6 Şubat 2023 depremini bölge coğrafyası top yekün yaşamış olsa da! Amik ovasının hâli başka!

Abone Ol

Ben bilinçli olarak “Antakya” dedim başlıkta. Çünkü yerleşim yerlerinin geçmişe dair anlatacak / anlatılacak / anlatması gereken hikayeleri var. Şimdilerde artık o eski mekânları çepeçevre kuşatan yeni yerleşimlerin arasında adeta hapis kalmış, ancak meraklı ve ilgili gözlerin görebileceği alanlar kalmış geride. Antakya bu sebeple dile gelmeyi hak ediyor.

Bir zamanlar adı “Hatay” olarak bir başına cumhuriyeti de yaşamış o 2.300 yıllık Antakya’nın deprem sonrası hâlinin bir bölümüne denk düşen ve adı ironiktir “Kurtuluş” olan caddesini ve önünü, ardını oraları iyi bilen bir rehber Mişel’le gezdim.

Gezerken 1900’lü yılların başında Adana felaketi sonrası Adana şehrini gezen ZabelYesayan’ın Aras yayınlarında çıkan “Yıkıntılar Arasında” kitabını anımsadım.

Evet o eski kadim doku koca bir yıkıntı mezarlığına dönüşmüştü. Her yan, yer ayak bastığınızda içine gömülen beyaz toprak ve soluduğunuz hava, toz bulutu ile kaplı idi.

Şehir, altı ay öncesi ziyaretime göre sanki daha hareketli ve yoğun bir şantiye alanına dönüşmüştü de! Koca bir başıboşluk hemen göze çarpıyordu.

Tek kelime ile “yol” kavramı Antakya’nın gündeminde yok. Zaten şehir halkıyla konuştuğunuzda “bir yerden bir yere şehir içinde ulaşabilmek için saat tahmini yapmak mümkün değil” diyorlar. “Her an, her yol bir şekilde kapanmış olabiliyor” diyorlar. İki günlük konukluğumda bu durumu defalarca ben de gördüm.

Deve hörgücü durumunda olan ve günün her saatinde kullanılan yolların orta yerlerinde açılmış alt yapı hatlarının mazgal yuvarlak kapak delik boşlukları orta yerde duruyor ve çevresinde hiçbir uyarı engeli maalesef yok. İşin tuhaf tarafı alışmış Antakyalılar bu garip hâle! O deliklerin sağından solundan araçla ya da yaya kıvrılarak geçip gidiyorlar.

Süreduran inşaatlarda adeta “tez elden bitsin de millet işine gücüne baksın” edasının hakimiyeti göze çarpıyor. Tarihi kimliği, evveliyatı olan bölgede bir eski taş kemerin yarı gövdesine kadar betona gömüldüğünü, kalan yarısının da önündeki demir filizleriyle gömülmeyi beklediğini gördüm. Sorunca; “Bu ne ki; Antakya’nın birçok yeri böyle, mozaik çıkıyor, tarih çıkıyor. İnşaat durmasın diye anında üzerini betonla kapatıyorlar”. dediler.

Tanışın, tanışmayın kiminle konuşsanız “bir dokun, bin ah işit” halindeler. Çaresiz, çözüme hiçbir katkı sunamadan sadece dinliyorsunuz.

Çok şey konuşmak yazmak mümkün. Bir önceki ziyaretimde karşıki dağdan Sen Piyer kilisesinin önünden şehre bakmış da hemen karşıda duran yapıyı sormuştum. Tuhaf bir gri ve yüksek olmayan yapı otelmiş, adı da “Müze Otel” dediler. Tarihi bir kalıntının üzerine yapılmış demeyi de eklediler.

Bu sefer tam da o otelde konaklattılar. İlk gecenin sabahında iki saat zaman ayırıp gezip gördüm milat öncesi üçyüzlü yıllardan kalma blok mozaikler ve anıtsal yapılar. Bir şehri gezer gibi ustaca dizayn edilmiş. Gece ve gündüz ışığı çok farklı ve şık. Adeta kadim geçmişin bir fanus içindeki hâli misali.

Elbette etrafını korumaya alıp üzerine yapı yapmadan koruma ve teşhir esas olsa da! Tarihi mekânlar için bu tür tercihler de var. Doğrusu Antakya’nın şu anki şekliyle felaketini görünce iyi ki bu mekânı böyle korumayı tercih etmişler demeyi uygun buldum.

Doğrusu benzer örneğini Köln’de de görmüştüm. Dışarıdan baktığınızda sıradan bir yapının, bodrumuna indiğimizde Köln şehrini çepeçevre kuşatan şehir surlarının kalıntılarının cam bloklar altındaki teşhirini görüp şaşırmıştım. Sonra o yapının genişçe bir odasında ekran üzerinde dijital gezinti izletmişlerdi olmayan eski dokunun halini.

Bu ruh hâli içinde ayrılırken Antakya’dan bir yanımı orda bıraktığımı ifade etmeliyim…