Bu değişim olumsuz manada olursa tehlikeli sonuçlar ve düşmanlaştırıcı - ötekileştirici gibi nahoş durumlar çıkar ortaya.
Hutbeyi birkaç defa okudum.
İyi ya da kötü niyetle kaleme alındığına dair bir şey demeyeceğim ama birkaç noktasına da değinmeden edemeyeceğim doğrusu.
“Her toplumun kendine özgü bir kimliği vardır” cümlesi ile başlıyor. Bu konuda sanırım hemen herkes hemfikirdir. Ancak bir kimliği ‘tu kaka’ edip başka bir kültürü ‘egemen’ hale getirmeye çabalamak anlaşılır ve kabul edilir bir durum değildir. O yüzden geniş kitlelere okunan bir hutbenin ilk cümlesinden sonra, hiç ‘ama’ kullanmadan her kültüre saygı ve her kültürün kendini yaşatma özgürlüğünden de bahsedilmeli.
Bu konu, genellikle ‘yılbaşı kutlamaları’ zamanlarında gündeme geliyor. Ve bazen alenen bazen de kelimeler arasında, ‘yeni yıl’ kutlamalarında bulunmanın ne kadar da ‘uygunsuz’ ya da ‘günah olduğunun’ altı çizilir.
“Tarih sahnesinden silinen milletler, önce yabancı kültürlerin etkisi altına girmişler, sonra kimliklerine yabancılaşmışlardır. Nihayetinde medeniyetlerini ve geleceklerini kaybetmişlerdir” cümlesi, kendinden başka kültür ve milletlere karşı nasıl da bir antipatik bir ruh yaratmaya çaba olduğunu görmek zor da olmasa gerek. Dünyadaki her kültür ve millet, mutlak surette birbirinden faydalanır ve alış-verişte bulunur. Bu da dil de öyledir giyim ve kuşamda da öyledir. Özünü korumak kaydıyla etkileşimler yapmak, makul ve mümkün bir durumdur oysa.
Hutbenin en dikkat çeken yanı ise, yılbaşı kutlaması ve buna bağlı olan çeşitli eğlencelerdir. Yeni bir güne başlarken, iyi dileklerde bulunmak, yeni yaşına girmiş birine sağlık ve huzur dilemek, yeni evlenmiş birine mutluluklar dilemek gibi, yeni yıla girerken güzelliklere dair dileklerde bulunmanın neresi ‘yozlaşma’ olarak görülür merak ediyorum. Tıpkı iş sitenin bahçesinde denk geldiğimiz bir komşumuza ‘günaydın’ demek kadar masum ve samimi bir yaklaşımdır.
Hutbe, “Bu günler; inancımızda ve kültürümüzde yeri olmayan sembollerle evlerin, işyerlerinin ve sokakların donatıldığı bir ortama çevrilmemelidir” diyerek devam ediyor. Özel bir davete giderken, bayram günlerini iyi karşılamaya çalışırken pek tabi de güzel ve temiz giyinmek hoş bir durumdur. Tıpkı bir misafirliğe eli boş gitmemek, kendi evimize gelecek olan misafirleri şık ve rahat bir ortam yaratmaya çalışmak gibi. Yeni bir yıla girerken, hayatımızın geçtiği yerleri temizlemek, süslemek ve şık olmasını sağlamak da insanın içini ferahlatır bence.
“Bu günler; içinde alın teri olmayan, kendisiyle hayır yapılamayan, adı ne olursa olsun kumar, piyango ve şans oyunlarının oynandığı bir hale dönüştürülmemelidir” diyen sevgili Diyanet, bunu niye esas muhataplarına söylemiyor şaşıyorum. Camide kendisini dinlemeye gelen insanların kahır ekseriyeti zaten bu şans oyunlarına muhtemelen uzaktır. Ama bu şans oyunlarının oynanmasını yasallaştıran ve hatta teşvik eden devlete, ‘yapma-etme’ diyemiyor. Niye diyemiyor zira ‘muhatap’ kendisi için kötü sonuçlar çıkartacak bir makam.
‘Ey Cemaat, piyango ve şans oyunları oynamayın’ demesi oldukça kolay. Ama Ey devlet, bu bütün şans oyunlarının oynanmasını yasakla ve zinhar teşvik etme’ gibi bir çağrıda bulunamaz.
Devlet eli ve teşviki ile oynatılan şans oyunlarından alınan vergiler, sevgili Diyanet’in memurları başta olmak üzere hepimizin maaşlarına eklenen bir para. O halde o parayı da almamak gerekiyor dersem, çok basit bir mantık demeyin lütfen.
Bundan, şans oyunlarına karşı bir tolerans ve teşvik içinde olduğum anlaşılmasın. Sadece iyiliği de kötülüğü de, mutlaka muhatabıyla konuşmak gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Yeni yıl gibi özel günler, ‘birlikte yaşama’ kültürünün birer ürünü. Ve dünyamız, birlikte yaşama kültürünün gelişmesi ile daha da yaşanılır bir hal alır. Aksi taktirde ‘kan ve kin’, cehenneme çevirecek dünyamızı.