ANALİZ/Mehmet Rumet SOYLU
Asgari ücret, işçi, işveren ve hükümet yetkilileri tarafından yapılan görüşmelerden sonrasında, 2026 yılı için net 28.075 TL olarak belirlendi. Yaklaşık yüzde 27’lik bir artışı temsil eden bu rakam, sadece bir maaş düzenlemesi değil aynı zamanda enflasyonla mücadele, üretim maliyetleri ve sosyal adalet arasındaki hassas dengenin de bir yansımasıdır.
Asgari ücret tespit süreçlerinin büyük tartışma konusu her zaman ‘alım gücü’ olmuştur. 2025 yılının getirdiği hayat pahalılığı ve temel tüketim maddelerindeki fiyat artışları, çalışan kesimin beklentilerini yükseltmişti.
Belirlenen 28.075 TL’lik rakam, bir artış olarak görünse de, makroekonomik açıdan bakıldığında bu zammın başarısı, önümüzdeki 12 ayın enflasyon grafiğine bağlı olacaktır. Eğer gıda ve kira fiyatlarındaki artış hız kesmezse, yapılan bu artışın pozitif etkisi birkaç ay içinde sönmesinin önü alınamayacaktır.
Madalyonun diğer yüzünde ise işveren maliyetleri yer alıyor. Bir asgari ücretli çalışanın işverene toplam maliyetinin 39.553 TL’ye yükselmesi, özellikle emek yoğun sektörlerde (tekstil, hizmet, tarım) ciddi bir yük oluşturmaktadır.
Devletin asgari ücret desteğini 1.270 TL’ye çıkarması, bu yükü hafifletmeye yönelik bir adım olsa da küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) için personel giderleri bütçenin en büyük kalemi olmaya devam edecektir.
Burada kritik soru şudur: İşveren bu maliyet artışını ürünlerine zam yaparak mı karşılayacak, yoksa istihdamda daralmaya mı gidecektir?
Doğrusunu söylemek gerekirse her ikisi de korkunç birer ihtimal. Her ikisi de var olan ekonomik sorunun katlanması demek.
Bir yandan ya insanlar işsiz kalıp bu ‘işsizler ordusu’ büyüyecek, ya da insanların Pazar filelerindeki ürünlerde ciddi azalmalar olacak.
Yoksulluk sınırı ve açlık sınırı konuları yurttaşları bir yere kadar ilgilendirir. Bu işin bir de ‘insanca yaşam sınırı’ var. Daha doğrusu olmalı.
Çocuğunun okul çantasına dilediği yiyecek ve içeceği koyamayan, ay başını getirmek için ek iş yapmak suretiyle kendi sosyal hayatını yaşayamayan, kira ve fatura derdiyle uykusu kaçan ve artık bir hayal haline gelen bir tatil yapamayan insanlarla sorsanız sadece ‘insanca yaşam sınırı’ cümlesini kullanacak.
Üstelik, yurttaşlık görevi olan ‘vergi’ konusundaki adaletsizlik de bu ‘insanca yaşam sınırı’ hususunda ciddi bir rol oynamaktadır.
Bir aylık hayat idamesine yeterli gelmediği herkesçe kabul edilen asgari ücret üzerindeki verginin varlığı bile korkunç bir haksızlık.
O yetmez rakamla yaşamak zorunda kalanlarla o ücreti verenler arasındaki vergilendirme adaletsizliğinin son bulması ‘insanca yaşam sınırı’ konusunda iyi yol almaya yarayacaktır.
Ez cümle; ilan edilen asgari ücret çalışanın derdine derman değildir. Ne kadar olmalıdır sorusunu muhatabı da o parayla geçinecek olan yurttaşlardır.