21 Aralık: En uzun gecenin hikayesi
21 Aralık: En uzun gecenin hikayesi
İçeriği Görüntüle

HABER - Vecdi ERBAY

Bircan Değirmenci yeni kitabı "Porçakal"ı (İletişim Yay.) aylar önce, "Sevgili Vecdi için 30 yıllık dostlukla" diye imzalayıp vermişti. Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı'nın (DİTAV) avlusunda düzenlenen etkinliğin ardından... Bu imza hatırına, Porçakal'ın yazarına Bircan dememe izin verin lütfen.
30 yıllık arkadaşlığa geri döneceğim ama önce DİTAV'da düzenlenen etkinlikten söz etmeliyim.

Etkinlik alışılagelenden farklıydı. Bircan'ın dostları kitaptan bölümler okudular ve şarkılarla renklendirdiler etkinliği. Bircan kadar kitap lansmanına katılan herkesin bu söyleşi formatından etkilendiğini belirtmeliyim. Çünkü kitaptan okunan parçalar geçmişe duyulan özleme, gurbetin kederine, öteki olmanın hallerine değiniyordu. Cuma günü benzer bir etkinlik İstanbul'da gerçekleşecek. İstanbul'daki etkinliğe, herhangi bir manisi olmayan arkadaşlarımın, kitap okumaktan vazgeçmeyenlerin katılmasını canı gönülden isterim. Bir ailenin serencamı ile Türkiye'nin yakın tarihini bir gazetecinin çocukluk günlerinden başlayan hatıralarından okumak kadar, kitap lansmanında sergilenen performans da etkileyici olacak.

'YAŞIMIZ ORTAYA ÇIKACAK BİRCAN'

Bircan'a Porçakal vesilesiyle söyleşi yapmayı teklif ettim. Kabul etmedi, "Kitapla ilgili yazarsan daha iyi olur" dedi. "30 yıllık dostluktan söz ederim ve yaşımız ortaya çıkar" diyerek tehdit(!) ettim. İşe yaramadı çünkü ona göre biz kreşe birlikte gitmiştik ve hâlâ gençtik.

Muzip cevap bana da hâlâ genç olduğumuzu hissettirdi. Demokrasi gazetesinin kültür sanat servisinde işe başladığımda Bircan istihbarat servisinde çalışıyordu. Ben neredeyse bütün gün masa başında çalışırken o bütün gün dışarıdaydı, mesela Adliye koridorlarında davaları takip ederek geçiriyordu.
Bir süre sonra Bircan Diyarbakır'a, memleketine döndü. Ancak Demokrasi'de başlayan dostluk hiç bitmedi. Zaten şöyle bir şey var, Demokrasi geleneğini sürdüren gazetelere emek verenler birbirlerini hiç unutmuyorlar. Belki hep birlikte bıçak sırtında meslek icra ettikleri içindir, aradan yıllar da geçse, dün ayrılmışlar gibi kaldıkları yerden devam ediyorlar muhabbete.

Ama şu da var: Birlikte çalıştığınız, yoldaşlık yaptığınız arkadaşlarınızın önceki hayatları hakkında, genellikle bilginiz olmayabiliyor. Bunun için daha özel bir dostluğa ihtiyaç var. Ya da Bircan gibi kitap yazmaya...

DİYARBEKİR'DEN KALKAN İSTANBUL TRENİ

Bircan Porçakal'ı neden yazdı? Sahiden bilmiyorum, ona hiç sormadım. Ama çocukluk ve ilkgençlik yıllarının insan hayatında nasıl önemli bir yer işgal ettiğini herkes gibi ben de tahmin edebiliyorum. O yıllar, insanın sonraki hayatını da önemli ölçüde belirliyor zaten. Zamanla gülümsemeyle ya da hüzünle hatırlanan olaylar, pişmanlıklar, dostluklar, ayrılıklar ve daha fazlası bir ağırlık gibi göğsünde durur, birikir insanın. Bu ağırlık bazen sadece bir yazıyla dağılır ve kim bilir, belki yeni bir ağırlığa yer açar.

İşte Bircan, hafızasında ve gönlünde, belki bir sır gibi taşıdığı hatıraları yazarak ve paylaşarak göğsündeki ağırlığı hafifletmeye çalışmış. Bu sayede Bircan'ı daha yakından tanıma fırsatı doğuyor. Bu da şu anlama geliyor: Onun göğsünden fırlatmaya çalıştığı ağırlığa ortak olunuyor. Dostluğu pekiştirmeye cesaret ve mecal varsa elbette.

Porçakal'a dönecek olursak. Kitap, Bircan'ın pandemi günlerinde yazar arkadaşı Gaye Boralıoğlu'na yazmayı tasarladığı, yazamadığı ancak hatıraların kapısını açan bir mektup hikayesiyle başlıyor. "Fehime'nin Mektupları", gurbet elde hayırsız bir kocanın eziyetine rağmen dirayetini muhafaza eden Diyarbakırlı bir kadının İstanbul'da ayakta kalma mücadelesini anlatıyor. Bircan'ın ve ailesinin İstanbul hikayesi ise ikinci hikayede çıkıyor karşımıza. "Gurbet o kadar acı ki" hikayesi, Diyarbekirli bir ailenin gurbet ele yolculuğunu, burada tutunma mücadelesini anlatır. "Bir yiğit gurbete gitse/ Gör başına neler gelir" türküsünü, "Bir Diyarbekirli gurbete düşse" şeklinde okumak mümkün oluyor. Çünkü sonraki hikayeler ev bulmak, yeni şehre alışmak, okuldu, büyümekti, hayatı tanımaktı telaşını anlatıyor. Gidip bir daha gelmeyenleri, hep özlenenleri, kimi zaman bir sözle yazarın hayatında iz bırakanları anlatıyor.

AİLE SERENCAMINDAN TÜRKİYE'YE

Kalabalık ailelerde günlerin bir delilik halinde geçtiğini düşünürüm. Onca insan bir arada gülüp eğleniyor ya da ağlıyor ama hep kendi bildikleri gibi. Çünkü kan bağına rağmen her insanın birey olabilme mücadelesi bakidir ve kalabalık ortamda türlü nedenlerle muhtelif çatışmaların çıkması kaçınılmazdır.

Bircan, Porçakal'da birçok aile sırrını ifşa ediyor anlattıklarıya. Annesi mesela efsane bir kadındır, bir yerde "üşengeç" diye tarif ettiği babası bir roman kahramanıdır. Kardeşler, amcalar, yengeler... Sahiden kafayı sıyırmış olanlar, kafayı manasız şeylere takanlar, Türkçe bilmediği için "Hoşçakal" yerine "Porçakal" diyenler... Tutunamayanlar, sevdalılar, sıla hasreti çekenler... Bütün bunlara eşlik eden Türkiye gerçeği, siyasi çalkantılar, Kürt meselesi...

Öte yandan Porçakal, Bircan'ın hafızasından zuhur eden enfes portreler sunuyor okura. İnce bir ironiyle, acıyla, sevgiyle çizilmiş porteler. Okuyanın hafızasından kolay kolay silemeyeceği son hikaye "Haydi Porçakalın!" acının mizahla harmanlandığı en iyi örneklerden biridir mesela.

Kitaptaki metinler için hikaye dedim. Evet, Bircan çocukluğundan, ailesinden, İstanbul ve Diyarbakır'dan, hayatına bir şekilde temas etmiş insanlardan söz ediyor. Hatıralarını yazıyor yani. Ancak bu hatıraları hikaye etme becerisi, bir edebiyat lezzeti de katıyor bu metinlere. Bu nedenle anlatı ya da hikaye kitabı demek mümkün Porçakal için.

Bitirirken: Bircan Değirmenci'nin önceki kitabı "Eren Keskin-Keskin Bir Hayat" da (İletişim Yay.) çok değerli bir çalışmaydı. Eren Keskin şahsında Türkiye'nin yakın tarihini yine edebi lezzet alarak okumuştum. İki kitabı da önermek isterim.

Muhabir: Vecdi ERBAY