Avukat Hülya Gülbahar, 1 Haziran'da Ortak Yaşam Ağı ve Yanyanayız-Biraradayız gruplarının hazırladığı dayanışma metnini Edirne cezaevine götürdü. Demirtaş ve Mızraklı ile görüştü, izlenimlerini yazdı.

Ortak Yaşam Ağı ve Yanyanayız-Biraradayız oluşumları adına bir grup, imzalı bir dayanışma metnini ulaştırmak üzere 1 Haziran 2024 günü Edirne’ye gitti. Avukat Hülya Gülbahar, Kobane davası kararlarının ardından, Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile görüşmelerini Bianet'e yazdı. Gülbahar'ın "Selahattin Demirtaş'ı cezaevinde ziyaret etmek..." yazısının bir bölümü şöyle:

İçeriye daha önce Adalet Bakanlığı’ndan izin almış olan Ufuk Uras ve Zeynep Tanbay ile birlikte girdik.  Ancak Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile görüşmeleri ayrı ayrı yaptık.

Ben önce Demirtaş’ın koğuş arkadaşı Selçuk Mızraklı ile görüştüm.

MIZRAKLI: BEDEL ÇITASI, CESARET KATSAYISI YÜKSELTİLMEDEN DEĞİŞİM, DÖNÜŞÜM OLMAZ

Ekim 2019’dan beri tutuklu olan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, inanılmaz enerjik ve coşkulu idi. Görüşmede kısaca şunları söyledi:

‘Ayaklarınıza, yüreklerinize, fikirlerinize sağlık. Dışarıdaki tüm arkadaşlara selamlarımı yolluyorum. Bugünler dayanışmanın çok kıymetli olduğu zamanlar.

Dışarda çok olma hali, örgütlü olmayınca bir şey ifade etmiyor. Burada sihirli sözcük örgütlülük. 451 imzalı bu mektup bir kişilik bile olsa değerli, buraya içlerinden bir kişi gelmiş olsa bile değerli.

Çok kayıplarımız oldu. Bu ülke devrimcilerinin kıymetini bilemedi. Değerlerinin değerini bilmeyen toplum değerlenemez.

2019’da % 63 oyla seçildiğim halde benim yerime kayyım atandı. Tutuklandım. Hukuk dışı ve sudan bahanelerle. Oysaki, Anayasanın ilk üç maddesinde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükümler var. İkinci madde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olmayı gerektiriyor. Benim görevden alınmam ve yerime kayyım atanması anayasanın 2. Maddesine açıkça aykırı. Bir sistem kendi hukukunun bile arkasından dolanıyorsa, kendi sonunu da hazırlıyor demektir.

1001 odalı saray inşa ediliyorsa o ülkeye demokrasi gelmiyordur.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde iki parti yükseldi CHP, YRP… Toplumda bir geri çekilme görüyorum. Bir hekim olarak bunu travma sonrası stres bozukluğu ve tükenmişlik sendromuna benzetiyorum. Toplumun yeniden siyasete dönmesini sağlamak gerekiyor. Devletin tor ağına düşmemek gerekiyor. Tor, balıkçılıkta balıkları toplamak için kullanılan büyük ağ. Bu iktidar istiab haddini de doldurdu, istibdat haddini de doldurdu. Zulmün son noktasına gelindi. Buna son vermek için geniş bir demokrasi cephesi, ortak örgütlülük anlayışı oluşturmak gerek. Bedel çıtası, cesaret katsayısı yükseltilmeden değişim, dönüşüm olmaz.’

DEMİRTAŞ: BİZ YENİLMEDİK. BİZ DİRENDİK VE ONLAR KAYBETTİLER

Selahattin Demirtaş ile ayaküstü selamlaşmalar dışında ilk uzun sohbetimi bu görüş nedeniyle yapma şansı buldum.

Demirtaş konuşmasına doğrudan doğruya Türkiye kadın hareketine takdirlerini, saygılarını dile getirerek başladı:

‘Kurulmaya çalışılan yeni rejime en güçlü direnişi kadınlar örgütledi, lafını her yerde söyledi. Hem kendi taleplerini hem sisteme karşı eleştirilerini dile getirdi. Şimdi toplumda bir öfke ama biraz da korku var ama kadınlar direnişlerini sürdürmeye devam ediyor.

Aslında bu biraz da işin ekonomi politiğinde var. İlk egemenlik altına alınan kadınlar ve kadınlar yüzyıllardır dayatılan bu esarete direniyor. Türkiye’de yeni rejimin kültürel inşasını asıl olarak kadınların bu mücadelesi sayesinde başaramadılar. Kadınlar, iktidarın İslam’ı da kullanan muhafazakar ideolojisinin egemen kültür haline dönüşmesini engellediler. Bu da ekonomi politiğin bir emri aslında.

Asıl olarak kadınların bu mücadelesi sayesinde kendi kafalarındaki İslami kültürü inşa edemediler. Kültür inşa etmek kolay bir şey değil. Aynı coğrafyada, aynı köyde, aynı malzemelerle, aynı yemeği yapıyor kadınlar, her biri ayrı bir lezzet oluyor. Bayramlarda, özel günlerde komşu kadınlar birbirlerine yemek gönderirler.

Tadarsınız ve hemen ‘Anne bu senin dolman değil’ dersiniz ve yanılmazsınız. Çünkü mutfak kültürü nesiller gerektiriyor. Nesilden nesile aktarılıyor. Bu aktarım sırasında hem toplumsal bir ortak kültür oluşuyor, hem kimi bireysel izler de sürüp gidiyor.

Türkiye’de Kemalizm kendine göre bir kültür yarattı. Okullarıyla, sanatıyla... Batının evrensel değerlerine yaslanmanın da bunda bir payı vardı. Ama bu iktidar kültürünü yaratamadı. Bitti. Yaratamayacak da. Erdoğan’ın bir tane şairi yok. Hakkında yazılmış, bir tane tarihe kalacak şiir yok. Sinema yönetmeni, romancısı, oyun yazarı yok. Olamaz.

Olamayacak. Onca devlet olanağına rağmen, çok istemelerine rağmen bunu başaramadılar. Çünkü sanat özgürlük işidir. Özgürlüğün değerini anlamayanlar, zihinsel tutsaklıklarını fark edemeyenler sanat yaratamazlar. Solun ürettiği sanattan özlü sözleri, sloganları bile çalmaya çalışan hırsız tayfa ne yazacak, ne üretecek? Oysa (heykel, resim gibi alanları bir yana bırakırsak) tarihlen gelen dev bir İslam sanatı birikimi var. Bunlar onun da cahili. Bilmiyorlar.

Demirtaş, rejimin otoriter niteliğinin 2013’deki Gezi direnişi sırasında dışa vurduğunu; 2019’da resmi geçiş yapıldığını söylüyor:

‘Gezi ve Kobane davaları kendi yeni rejimlerinin inşası davaları idi. Ama ne bu davalarla, ne diğer politikaları ile kendi rejimlerini kurumsal olarak inşa edemediler. Biz kazandık. Kadınların mücadelesine bakın, ülkenin her yerinden bahardaki papatyalar gibi açıyorlar. Berfinler gibi, kardelenler gibi karı yarıp karaltından altından çıkıyorlar, daha da çıkacaklar. Tüm ülke çiçek tarlası olacak.

Kötü olan duygusal, kültürel yenilme. Biz yenilmedik. Biz direndik ve onlar kaybettiler.

Elbette bedeller ödeniyor, ödenecek. Beni güney illerinden birinden gelen, stajını yeni bitirmiş genç bir avukat arkadaşım ziyaret etti. Babası 12 Eylül askeri darbesinin mağdurlarından imiş.

Bedeller ödemiş. Ülkenin bugünkü haline bakıp neye yaradı diye sorguluyordu. Oysa bu genç meslektaşımın babası ve tüm diğerleri, o gün 12 Eylül’de o bedelleri ödememiş olsaydı, bizler bugün devralacak bir direniş mirası bulamayacaktık. İnsanlık tarihinin en sağlam zinciridir bu, kuşaklar boyunca aktarılan direniş zinciri... Beni ziyaret edenlere de söylüyorum. Dışarıda boyun eğenlerden olacağıma, iktidar kırıntılarına tamah edeceğime, içerde olmayı tercih ederim…’

‘… Bu iktidar bitti. Uzatmaları oynuyorlar. Kendileri de farkında. Bu tür dönemler, sıçrama yapma dönemleridir. Muhalefetin bu sıçramayı hazırlaması, örgütlemesi gerekiyor. Arsayı, tarlayı boş bırakmamak gerek. Tohumları her yere saçmalı, her yeri ekmeliyiz. Kadınlar direniyor; Boğaziçi öğrencileri, hocaları direniyor; Şenyaşar ailesi direniyor, Berkin’in ailesi direniyor, cumartesi anneleri direniyor, doğaya sahip çıkan köylü kadınlar direniyor… Direniş her yerde. Tarlaları ekinle, çiçeklerle doldurmalıyız.’

Örneğin cezalar artırılsın, indirimler kaldırılsın, yeni cezaevleri açma politikaları yerine ‘hapsetme feminizmi’nin zararlarını açıkça tartışabilsek. Aslında tüm suçların topluma sorulmuş sorular olduğunu, toplumsal sorunlardan kaynaklandığını ve bu toplumsal sorunları çözmeden insanları hapsetmenin kendisinin bir toplumsal şiddet biçimi olduğunu biraz sorgulayabilsek."

Kaynak: Diken