ÖZEL HABER/Güneş OCAĞA - Mehmet Rumet SOYLU
Elazığ’ın Sivrice İlçesi’nde 27 Nisan’da meydana gelen 4.9 büyüklüğündeki deprem, Diyarbakır’da da hissedildi. Sarsıntının ardından kentin yapı stoku ve olası riskleri bir kez daha gündeme geldi. Gazetemiz Güneydoğu Ekspres’e konuşan İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Diyarbakır Şube Başkanı Mahsum Çiya Korkmaz, şehirdeki yapılaşmaya dair çarpıcı veriler paylaştı. Korkmaz, Diyarbakır genelinde yaklaşık 85 bin yapı bulunduğunu, bunların yüzde 50'den fazlasının mühendislik hizmeti almadan inşa edilen yapılar olduğunu söyledi.
BAĞLAR'DAKİ YAPILARIN YAPISAL GÜVENLİĞİ
Bağlar'daki yapıların yapısal güvenlik açısından büyük risk taşıdığını belirten Korkmaz, "Körhat, Şeyh Şamil, Alipınar ve Kaynartepe gibi Diyarbakır’ın eski yerleşim yerlerinde inşa edilmiş yapıların büyük bir kısmı, herhangi bir mühendislik hizmeti alınmadan ve teknik proje hazırlanıp onaylatılmadan yapılmıştır. Bu yapılar, genellikle bir statik projeye sahip olmadan, yalnızca barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla, dönemin koşullarına göre inşa edilmiştir. Bu nedenle, yapısal güvenlik açısından ciddi riskler taşımaktadırlar. Söz konusu bölgelerdeki yapıların mevcut durumu tam olarak bilinmemekle birlikte, herhangi bir yönetmeliğe veya denetime tabi tutulmadan inşa edildikleri anlaşılmaktadır. Yapıların büyük çoğunluğu, çaresizlik içinde ve teknik koşullar gözetilmeksizin yapılmıştır. Bu durum, olası bir deprem anında büyük can ve mal kayıplarına yol açabilecek bir risk oluşturmaktadır" dedi.
85 BİN YAPININ YÜZDE 50'Sİ MÜHENDİSLİKTEN YOKSUN
Kentteki 85 bin yapının yüzde 50'den fazlası mühendislik hizmetinden yoksun olduğunu belirten Korkmaz, "Diyarbakır kent merkezinde yaklaşık 85 bin yapı bulunmaktadır. Bu yapıların yüzde 50'den fazlası mühendislik hizmetlerinden yoksun olarak inşa edilmiş. Bu oran, yapı güvenliği açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Üstelik bu yapıların birçoğunun iskanı yok. Genel olarak Türkiye’deki yapı stokunun yaklaşık yüzde 70’i kaçak. Örneğin, geçmişte yaşanan bir depremde yıkılan 6 binanın hiçbirinin iskan ruhsatı bulunmamaktaydı. İskan ruhsatı olmayan bir yapının güvenli olduğunu söylemek mümkün değildir; çünkü bu ruhsat, binanın oturulabilir olduğunu resmi olarak belgeleyen bir belgedir. Bu nedenle, bu tür yapılar meslek odaları ve ilgili kurumlar tarafından riskli yapı olarak değerlendirilmektedir. Yapı mevzuatında yapılan düzenlemelerin ardından inşa edilen yeni binaların ise, önceki dönemde yapılanlara kıyasla daha güvenilir olduğu söyleyebiliriz. Çünkü son yıllarda iskan alınıyor. Devlet yeni bir yasa çıkardı. Artık herkes kendi kafasına göre müteahhitlik yapamaz. İş bitirme deneyimi istiyor. İş bitirme deneyiminde iskan ruhsatı varsa onun yerine geçiyor. Bu yüzden de artık müttehitler almaya başladılar" diye konuştu.
MARAŞ DEPREMİNDE DİYARBAKIR'DA BİR AVM YIKILDI
Diyarbakır'da bir AVM'nin yıkılmasının trajik olduğunu vurgulayan Korkmaz, "Maraş merkezli depremde Diyarbakır'da bir alışveriş merkezinin yıkılması son derece trajik bir olaydır. Aynı zamanda bu durum, bölge açısından olumsuz bir imaj oluşturmuştur. Normal şartlarda AVM’ler, hastaneler ve okullar gibi kamuya açık yapılar; afet anlarında insanların sığınabileceği, güvenli yapılar olarak kabul edilir. Ancak bir AVM’nin yıkılması, bu yapıların dahi depreme dayanıklı olmadığını açıkça ortaya koymuştur.
Bu trajik olay, söz konusu dönemde inşa edilen yapıların ne kadar güvensiz olduğunu gözler önüne sermektedir. Yapı denetimindeki eksiklikler, mühendislik hataları ve düşük malzeme kalitesi gibi faktörlerin sonuçları, sadece can kaybına yol açmakla kalmamakta; aynı zamanda halkın kamusal alanlara olan güvenini de ciddi şekilde sarsmaktadır" dedi.
DİYARBAKIR'DA YAPI GÜVENLİĞİ
Diyarbakır'ın beton kullanımında ilk illerden biri olduğunu dile getiren Korkmaz, şöyle devam etti: "Diyarbakır, 2007 yılından sonra hazır beton kullanımına geçmiş ve Türkiye'de bu sisteme geçen ilk illerden biri olmuştur. Öncesinde inşaatlarda genellikle ‘cabbara’ adı verilen, yerinde kırılan beton kullanılıyordu. Cabbara ile yapılan yapılar, hazır betonla yapılanlara kıyasla çok daha düşük dayanım göstermektedir. Hazır beton, standartlara uygunluğu, homojen karışımı ve dayanıklılığıyla çok daha güvenli bir yapı malzemesidir."
45 SANİYELİK DEPREM UYARI SİSTEMİ
45 saniyelik deprem uyarı sistemine de dikkat çeken Korkmaz, "Depremin ne zaman olacağı bilinemez; sadece olabileceği tahmin edilebilir. Denize kıyısı olan bazı bölgelerde, depremden yaklaşık 45 saniye önce uyarı verebilen erken uyarı sistemleri kullanılmaktadır. Ancak 45 saniye, etkili bir tahliye için yetersizdir. Ayrıca Diyarbakır gibi denizi olmayan bölgelerde bu sistemler dahi bulunmamaktadır" diye belirtti.
25 YIL ÖNCE İMZALANAN PROTOKOLÜN ÖNEMİ
Belediyelerle yapılan bir protokol sonrası Mühendisler Odası'nın 25 yıl öncesinden üçüncü bir göz olarak kabul görüldüğüne de değinen Korkmaz, şunları söyledi:
"Yaklaşık 25 yıl önce, Diyarbakır’da İnşaat Mühendisleri Odası ile belediyeler arasında önemli bir protokol imzalanmıştır. Bu protokol sayesinde projeler, belediye onayına ek olarak İnşaat Mühendisleri Odası tarafından da incelenerek üçüncü bir denetim mekanizması sağlanmıştır. Bu protokol yalnızca yasal zorunlulukların değil, ilkesel kararların da hayata geçirilmesini sağlamıştır.
Örneğin, o dönemde bodrum kat yapmak zorunlu değildi; fakat bu protokol kapsamında bütün yapılarda bodrum kat zorunlu hale getirildi. Bu uygulama, sadece yönetmeliklere uymakla kalmayıp, yapıların daha da güvenli hale getirilmesini hedefliyordu.
Bir diğer önemli uygulama ise donatı (demir) kalınlıklarıyla ilgiliydi. Normalde en az 14’lük donatı yeterli görülürken, Diyarbakır’da 16’lık donatı zorunlu hale getirildi. Bu, yönetmelik gereği olmayan ama toplumun kendi güvenliği için aldığı bir karardı ve Türkiye genelinde takdir topladı. Zamanla bu uygulamalar kültüre dönüştü ve oda incelemesi olmasa bile yapılar bu ilkelere göre inşa edilmeye devam etti.
Bu nedenle Diyarbakır, hem bölge illerine hem de Türkiye'nin diğer illerine kıyasla yapı güvenliği açısından daha şanslı kabul edilmektedir. Çünkü sadece deprem yönetmeliğine değil, onu aşan ilkesel kurallara da sahiptir.
Ne yazık ki, daha sonra göreve gelen kayyum yönetimi bu protokolü iptal ederek projelerde oda onayını kaldırdı. Oysa bu denetim sadece halkı değil, müteahhidi de koruyan bir mekanizmaydı. Zira olası bir yıkımda resmi onay veren memurlar sorumluluk sahibi iken onlar hakkında bir inceleme dahi başlatılmazken , müteahhitlerde ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktadır. Odanın incelemesi, herkesin korunmasını sağlayan bir güvenceydi.
Bugün, uygun projeye göre doğru imalat yapıldığı sürece, depremlere dayanıklı binalar üretmek mümkündür. En yüksek şiddetindeki depremlere bile dayanacak yapılar inşa edilebilir. Deprem yönetmeliğinin temel amacı da budur: Güvenli yapılar üretmek. Yeter ki uygulamalar eksiksiz ve bilinçli bir şekilde hayata geçirilsin."
YERİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM
Yerinde kentsel dönüşümün önemine de dikkat çeken Korkmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Kaçak yapıları yıkmak ve yeniden inşa etmek, göründüğü kadar kolay bir süreç değildir. Eğer bir şeyin yanlış olduğunu söylüyorsak, doğrusunu yapmakla da yükümlüyüz. Bu sorumluluk yalnızca bireylerin değil; belediyelerin, inşaat mühendisleri odalarının ve ilgili tüm kurumların omuzlarındadır.
Deprem riski taşıyan bölgelerde kentsel dönüşüm elbette kaçınılmazdır. Ancak burada asıl dikkat edilmesi gereken mesele, insanların yaşamlarının nasıl etkileneceğidir. Genellikle bu bölgelerde yaşayanlar yoksul kesimlerdir. Yani dönüşüm, yalnızca yapılarla ilgili değil, doğrudan insanların hayatlarıyla ilgilidir. Bu nedenle dönüşümün ekonomik ve sosyolojik boyutu göz ardı edilemez.
Yerinde dönüşüm bu noktada büyük önem taşır. İnsanlar yaşamlarını kurdukları, işlerinin, çocuklarının okullarının, sosyal bağlarının bulunduğu yerlerde kalabilmelidir. Geçmişte Sur’da yaşananlar buna olumsuz bir örnektir. O bölgede yaşayanlara cüzi miktarda para verildi, TOKİ konutlarına taşındılar ve 50 yıl sürecek borç yükünün altına sokuldular. Şehrin bir ucuna gönderilen bu insanlar işsiz, desteksiz ve toplumsal bağlarından koparılmış durumda kaldı. Bu durum sadece bireyleri değil, kentin sosyolojisini de kökten değiştirdi.
Biz, sürdürülebilir kent anlayışını savunuyoruz. Bu anlayış, sadece sağlam binalar değil, sosyal dokusu, tarihi ve kültürüyle birlikte yaşayan mahalleleri içerir. Bir yerde yaşayan insanların dedeleri, babaları da aynı mahallede yaşamışsa, oradaki toplumsal doku korunmalıdır.
Yerinde dönüşüm demek, hem yapının sağlamlaştırılması hem de orada kurulu hayatın aynı yerde devam etmesi demektir. Birinin evini yıkıyorsanız, ona yine aynı mahallede bir ev sunmalısınız. Aksi takdirde bu bir kentsel dönüşüm değil, rantsal dönüşüm olur."
DİYARBAKIR'DA EV FİYATLARI NEDEN UÇTU?
Kentte ev fiyatlarının kontrolden çıktığını belirten Korkmaz, "Diyarbakır’da ev fiyatları kontrolden çıkmış durumda. Bunun en temel nedeni, kentteki arsa mafyacılığıdır. Bir binanın inşa edildiği arazide, arsa payı genellikle yüzde 55’lere kadar çıkıyor. Peki, bu ne anlama geliyor? Şöyle açıklayayım: Bir kişinin arazisi var, bir müteahhit geliyor ve diyor ki, 'Ben bu arsada bir apartman yapacağım' yapılan anlaşma gereği, apartmandaki dairelerin yüzde 55’i arsa sahibine, kalan yüzde 45’i ise müteahhide kalıyor. Diyelim ki binada 55 daire var. Bunun 30’unu müteahhit alıyor, 25’i arsa sahibine kalıyor. Arsa sahibi böylece, oturduğu yerden, hiçbir maliyet ödemeden 30 dairenin sahibi oluyor. Bu, apaçık bir haksız kazançtır. Bu modelle çalışan müteahhit, daireleri fahiş fiyatlara satmak zorunda kalıyor çünkü kar etmek istiyor. Bu da konut fiyatlarının iki katına çıkmasına yol açıyor ve şehirde büyük bir sınıfsal ayrışma yaratıyor. Örneğin Bağlar’da kira fiyatlarını, aslında Bağlar halkı belirlemiyor. Kayapınar’daki ev sahipleri belirliyor. Kayapınar’daki fiyatlar artınca, Bağlar’daki ev sahipleri de 'Orada arttıysa burada da artmalı' mantığıyla kiraları yükseltiyor. Bu da zincirleme bir etki yaratıyor ve artık kontrol edilemeyen bir hal almış durumda. Bugün Diyarbakır’da dönümü 80 milyon TL’ye satılan arsalar var. Böyle bir bölgede inşa edilen dairelerin fiyatı 15-20 milyonu buluyor. Bu, dar gelirli vatandaş için hayal bile edilemeyecek bir durum. Şehirdeki sınıfsal uçurum her geçen gün daha da derinleşiyor" dedi.