Güneş OCAĞA/ÖZEL

Türkiye 14 Mayıs’ta genel seçimlere gidiyor. Ülkenin geleceği için hayati öneme sahip bu seçimlerde ekonomi belirleyici olacak mı? Artan enflasyon ve alım gücünün düşmesi, seçimi etkileyecek en belirleyici faktör olarak görülüyor. Çalışma Ekonomisi Doktoru, Eğitim Sen Eğitim Uzmanı ve Yazar Erkan Aydoğanoğlu, ekonominin seçim ve seçmen profili üzerindeki etkisini Gazetemiz Güneydoğu Ekspres’e verdiği demeçle değerlendirdi.

*Ekonominin seçimlere, seçmen davranışlarına etkisi sizce nasıl olacak?

Türkiye’de halka “ülkenin en temel sorunları nelerdir?” sorusu sorulduğunda ağırlıklı olarak ekonomik sorunlar (enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik vb) öne çıkıyor. Enflasyon ve hayat pahalılığı seçmenlerin büyük bölümünü oluşturan ücretli çalışanların ve emeklilerin satın alma gücü sadece son bir buçuk yıl içinde belirgin şekilde eridi.

Bugüne kadar her seçim öncesi vurgu yapılan ve toplumun önemli bir bölümü tarafından kabul gören ‘ekonomik istikrar’ söylemi, dikkat edilirse bu seçim öncesinde hemen hiç kimse tarafından dile getirilmiyor. Çünkü ülke ekonomisi tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Ekonomiye ilişkin istisnasız bütün göstergeler, daha önce hiç olmadığı kadar kötü durumda. Bunlara ek olarak her seçim öncesi çıkarılan imar afları, inşaat ve ranta dayalı ekonomik büyüme anlayışı sonucunda yaşanan deprem felaketi sorunları çok daha ağırlaştırdı.

Devlet de halk da borç batağında

Türkiye’nin 2003 yılında 243 milyar TL olan borcu, geçtiğimiz yirmi yıl içinde 7,8 trilyon liraya çıktı. 14 Mayıs sonrasında kurulacak yeni hükümeti ilk altı ay içinde 632 milyar lira, toplamda 7,8 trilyon lira borç ödemesi bekliyor. Yine 2003’te sadece 40 milyar lira olan bütçe açığı bu yıl 660 milyar lira olarak tahmin ediliyor olsa da bu rakamın çok daha fazla olması kaçınılmaz görünüyor.

Halkın ekonomik durumu devletten çok daha kötü. Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre, son bir yılda kişi başı ortalama borç kredilerde 38 bin liraya, kredi kartlarında ise 12 bin liraya yükselmiş. Türkiye’de yaşayan 38 milyona yakın kişinin 1,5 trilyon liraya yakın bireysel kredi borcu bulunuyor. Hayat pahalılığı, işsizlik, gelir dağılımı gibi en temel ekonomik göstergelerde herhangi bir düzelme eğilimi gözlenmiyor. Ekonomide yaşanan kriz sürecinin halkın yaşam (geçim) koşulları üzerinde yarattığı yıkıcı etki, genel olarak üretim sürecinde yaşanan durgunluk ve sorunların önüne geçmiş durumda. Türkiye’nin iç ve dış borçların toplamı, uzun süredir milli gelirin yarısından fazlasını oluşturuyor. Ekonomide çizilen pembe tabloya rağmen, ‘seçim ekonomisi’ ile halkın giderek ağırlaşan ‘geçim ekonomisi’ arasındaki uçurum giderek derinleşiyor.

Seçim ekonomisi erken başladı

İktidarın siyasi aktörleri oy kaybını en aza indirmek ve seçimi kazanabilmek için ekonomik kararlar aldı ve her hafta birini açıklayarak seçim kampanyasını erkenden başlattı. Yıllardır talepleri görmezden gelinen Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) ile ilgili düzenleme yapmak seçim öncesinde akıllarına geldi. Borç içinde olan esnafa düşük faizli kredi paketi açıklanırken, her seçim döneminde yaşanan yeni bir ‘vergi ve prim affı’ da açıklandı. En düşük emekli maaşı 5 bin 500 liradan 7 bin 500 liraya, emekli ikramiyeleri bin 100 liradan 2 bin liraya yükseltildi.

14 Mayıs seçim sürecine girilmesiyle birlikte, geçmiş yıllardan alışkın olduğumuz seçim ekonomisi uygulamalarının başlaması seçimin hükümet açısından ne kadar önemli ve hayati olduğunu gösteriyor. Seçim sürecine girilmesiyle birlikte başlatılan ve seçmen desteğini yeniden kazanma hedefli olarak atılan her adım ve gerçekleşmesi fiilen mümkün olmayan her vaat (deprem bölgesine bir yıl içinde 650 bin konut yapılması gibi) seçimlerin iktidar açısından çok riskli göründüğünün kanıtı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim vaatlerini açıklarken kendi seçmenlerine bile umut vermeyen, eski ezberleri tekrarlayan ve muhalefetin vaatlerini kopyalamaktan öte gitmeyen sözleri, yıllardır ilk kez seçimi kazanma iddialarının olmadığını gösteriyor. Yıllar önce büyük umutlarla açıklanan 2023hedefleri içinde gerçekleşen tek bir hedef yok. Tek başına bu durum bile iktidarın inandırıcılığını büyük ölçüde yitirdiğini, yıllardır iktidar partilerine oy veren sadık seçmenlerin bile seçim vaatlerine ikna olmadığını gösteriyor.

İktidar değişimi kaçınılmaz görünüyor

21 yıldır tek başına iktidar olan AK Parti’nin, Türkiye’nin en temel ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarını çözme olanağını büyük ölçüde yitirdiği söylenebilir. Öncesini bir tarafa, sadece son birkaç yıl içinde yaşananlar bile, mevcut iktidarın halkın en temel ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerini karşılayamayacak.

Başka ekonomi politikaları olmak üzere, hangi konuya el atsalar eskisinden daha kötü hale getirdiler. Temel gıda ihtiyaçlarını karşılayamayan, kirasını, faturasını, borçlarını ödeyemeyen milyonlarca insan yoksullukla, hatta açlık riskiyle karşı karşıya kaldı.

Yapılan kamuoyu araştırmaları halkın ekonomideki kötü gidişattan dolayı iktidarı sorumlu tuttuğunu ve 14 Mayıs seçimlerinde bir iktidar değişikliğinin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.

*TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesini neye bağlıyorsunuz?

Türk lirası (TL) geçen yılı dolar karşısında yüzde 30 değer kaybı ile tamamladı. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) verilerine göre TL, geçtiğimiz yıl ABD Doları karşısında en çok değer kaybeden para birimi oldu. Para biriminin değer kaybetmesi kaçınılmaz olarak enflasyonun hızla yükselmesini, hayat pahalığını ve halkın satın alma gücünü yitirmesine neden oluyor. Resmi enflasyon ile halkın enflasyonu arasındaki makas ise açılmaya devam ediyor.

*Komşu ülkelerle ilişkilerin (iyi veya kötü) ekonomiye etkisi nasıl?

Yıllar önce koşularla “sıfır sorun” sloganlarıyla çıkılan yolda, bugün itibariyle sorun yaşamadığımız komşumuz kalmadı. Türkiye’nin dış politikada uzun süredir kavgacı ve çatışmacı bir dış politika izlediğini biliyoruz.

Ortadoğu ülkelerinin gündemini uzun süredir savaşlar, çatışmalar, katliamlar ve siyasi kamplaşmalar oluşturuyor. Ortadoğu’da Suriye ve Irak merkezli olarak devam eden savaş ve çatışmalar Türkiye tarafından sık sık iç politika malzemesi yapılırken, ülke içinde baskıcı ve otoriter uygulamaların gerekçesi olarak sık sık kullanıldı. Suriye’ye yönelik emperyalist politikalara destek vermenin sonucunda dünyanın en büyük mülteci nüfusunu barındıran ülke Türkiye oldu. Bu durum ister istemez hem ülke ekonomisi hem de sosyolojisini olumsuz etkiledi.

*Ekonominin düzelmesi için ne yapılmalı?

Türkiye’de kaynakların kimlerden nasıl toplanıp, nerelere nasıl aktarıldığına baktığımızda, ülkede yaşayan herkesin karnını doyuracak, yaşadığı ağır ekonomik sorunları ortadan kaldıracak kadar kaynak olduğu görülebiliyor. Bu nedenle asıl mesele iktidarın ekonomik ve siyasal tercihleri doğrultusunda mevcut bu kaynakları kimler için nasıl kullanması gerektiğidir.

Türkiye’de enflasyon ve hayat pahalılığının hızla arttığı, kent ve kırdaki yoksullaşmanın hızlandığı, halkın satın alma gücünde son yılların en dramatik düşüşün yaşadığı koşullarda seçime gidilecek. Krizin sonuçlarını en acı şekilde yaşayan ve yaşayacak olanların 14 Mayıs seçimlerinde tercihleri ne yönde olursa olsun, seçimler sonrasında ülke ekonomisini çok zor bir dönem beklediğini bilmemiz gerekiyor.

Türkiye’nin siyasi tarihi halkın oylarıyla iktidara gelenlerin halkın nasıl yoksulluğa ve sefalete mahkûm ettiğinin sayısız örneği ile doludur. Bu nedenle halk, 14 Mayıs’ta tercihini yaparken kendilerini yoksullaştıranlara değil, insanca ve onurlu yaşam vaat edenlere destek vermelidir.