Ahmet Sümbül/Yazı Dizisi 3

Güneydoğu Ekspres Diyarbakır - Diyarbakır'da Hıristiyan cemaatleri arasında Ermenilerden sonra en yoğun olan cemaat Süryaniler idi.

16. yüzyılda Süryanilerin yaşadıkları bölgeler Osmanlı sınırlarına katılıyor ve millet sistemi içinde Süryaniler de yerlerini alıyorlardı. 19. yüzyılda Diyarbakır'daki Süryaniler İstanbul Ermeni Patrikliğine bağlanmıştı.

Mardin'deki Deyrulzafaran Manastırı’nın merkez olarak kullanan Süryani Kadim patrikleri, 19. yüzyılda genellikle Diyarbakır’da ikamet ediyorlardı. Diyarbakır Süryanilerin merkezi olarak kabul ediliyordu. Süryanilerde Patrik Gevergis'ten sonra Mardin cemaati ile sorun yaşayan II. Patrik Yakup, (1847-1871) Diyarbakırdaki Meryem Ana kilisesine taşındı ve patrikliği boyunca Diyarbakır patriklik merkezi olarak kullandı.  Yakup’tan sonra Patrik Petrus’un (1872-1894) uzun süren İngiltere ve Hindistan gezileri boyunca, yerine vekâleten bakan Hori Efrayim Efendi Mardin’de ikamet etti. Patrik Abdulmesih de (1895-1905) patrikliği süresince Diyarbakır’da ikamet etti.

 Süryani Katolikler

Süryani Kadim patrikliği içinde 1782 yılında meydana gelen bölünme sonrasında, Süryani Katolik patrikliği ortaya çıkmıştır. Bu bölünmenin nedenlerinden ilki, Süryani Kilisesi içinde çok sık bir şekilde görülen patrik olma mücadeleleri ve bu sebeple meydana gelen bölünmeler. İkincisi ise; Katolik misyonerlerin çalışmalarıdır. Katolik Misyonerlerin Süryanilerin yaşadığı bölgelerde çalışmaları, 16. yüzyılda başlıyordu. Aslında bu çalışmalar, 5. yüzyılda Hıristiyan dünyasında başlayan, Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki mücadelenin 16. yüzyıl ve daha sonrasına yansımalarıydı.

Katolikleşme çalışmaları

Katolik dünyasının lideri durumundaki papa, rakipleri olarak gördüğü Doğu Hıristiyanlarının patriklik organizelerini kendi denetimi altına almak istiyordu. Papanın bu faaliyetleri için kullandığı güç, tarikat örgütlenmesine sahip Cizvit ve Kapusen rahipleri idi. Bunlar faaliyet gösterdikleri bölgelerde, Katolik inancıyla beraber Papanın idari hakimiyetini de benimsetme çabası içindeydiler. Osmanlı sınırları içinde Katolikleştirmeye yönelik bu faaliyetler 18. yüzyıldan itibaren kendileri açısından uygun ortam bulmaya başlamışlardı.

Fransa destekledi

Osmanlı kendi sınırlarındaki Hıristiyanları, Katolik misyonerlerin bu faaliyetlerinden koruyabilecek güçte değildi artık. Bununla birlikte bu misyonerler, Osmanlı ile ilişkileri sonucu Osmanlı sınırlarındaki Katoliklerin hamisi konumuna gelmiş olan Fransa’dan da destek alıyorlardı. Fransa’nın bu desteği dini duygulardan çok, Doğu Hıristiyanları arasında kendi emperyalist düşüncelerine destek olabilecek bir Katolik grup oluşturma çabasına dayanmaktaydı.

Osmanlı Devleti’nde Katoliklerin resmen tanınmasını gerektiren süreç yaşanırken, Gregoryen Ermenilerle Katolik Ermenilerin yaşadıkları sorunların benzeri sorunlar, Süryani Kadimler ile Süryani Katolikler arasında da yaşanmıştır. Devlet’in henüz Süryani cemaati arasında bu ayrılığı resmen tanımamış olması, iki cemaat arasındaki sorunların çözümü önündeki en büyük engel olmuştur. 1835’de Süryani cemaati arasındaki bu ayrılık Ermenilerin, Katolik patrikliği beratında yer alan Süryani lafzının çıkarılması, Süryanilerin yaşadığı bölgelerde Katolik murahhasların Süryanilere müdahalesine engel olunması için sundukları arıza ile Katolik murahasası tarafından Süryaniler arasında meydana gelen ayrımın bir emr-i şerifle tanınmasını isteyen arîzalar  sonucunda, devlet merkezine resmen yansımıştır.  

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Süryani cemaatine ait tek defter olan “Süryani Kadim Yakubi Defteri” inde bulunan tek sayfalık kayıt, bu ayrılığın resmen tanındığına dair bir fermandır. Bu fermanda “devlet-i âliyem reayasından Diyarbekir eyaletinde vaki nefs-i Diyarbekir ve Cebel-i Tur’da ve Mardin ve Musul ve Haleb-i Şehabe ve Şam-ı Şerif ve Bağdad’da bulunan Süryani milleti iki sınıf olarak bir sınıfı Yakubi Süryani sınıf-ı diğerine dahi yalnız Süryani tabir olındığından bahisle” şeklindeki ifadeyle Süryanilerin iki kısma ayrıldığı, bunlardan ana kilise olarak niteleyebileceğimiz Süryani Kadimlerin “Yakubi Süryani”, Katoliklerin ise sadece “Süryani” olarak isimlendirildiği belirtiliyordu. 

Diyarbakır’da Süryani Katoliklerin patriklik merkezi önce Bağdat sonra sırasıyla, Lübnan’da bir Maruni köyü olan Kesravan kasabasına bağlı Daru’n-Harise Köyünde Şarfe Manastırı, Halep ve Mardin olmuştur. Devlet Salnamelerinde Süryani Katolik patriklerinin ikamet yeri 1869 yılında Mardin olarak gösterilmektedir. 1877-1880 tarihleri arasında ise Patriğin ikamet yeri Şam’dır . Diyarbakır’da Süryani Katoliklerin temsilcisi olarak 1847-1863 tarihleri arasında Murahhas Anton’un adı geçmektedir. Anton hem Diyarbakır hem de Halep eyaletlerinin murahhası olarak kaydedilmiştir.

Vilayet salnamelerinde ise 1876-1883 tarihleri arasında Murahhas vekili Patris’in adı geçmektedir .   Süryani Katoliklerle ilgili değinilmesi gereken bir husus da, Papalık ile ilişkilerinin çok gelişmiş olmasıdır. Diğer tüm Katolik cemaatler gibi Süryani Katolikler de Papalıkla ilişkilerini çok sıkı tutmuşlardır. Başlangıçta Osmanlı Devleti tarafından tepkiyle karşılanan bu durum, siyasi baskılar sebebiyle, kabullenilmiştir. Diyarbakır Süryani Katolik temsilcilerinin de Papalıkla sıkı ilişkiler içinde olduğuna dair bir örneğe 19. yüzyılın sonlarında rastlamaktayız. 1891’de Diyarbakır Süryani Katolik Piskoposu olan Patris (salnamelerde adı geçen kişi olabilir), Papa tarafından kendisine verilen haç nişanını takmak için Babıâli’den izin ister ve Babıâli tarafından kendisine bu izin verilir .

 Keldaniler

Keldani patrikliği, 16. yüzyılda Nasturi Kilisesinden ayrılanların oluşturduğu bir patrikliktir. Keldani patrikliği, Süryani Katolik patrikliğinin ortaya çıkmasında olduğu gibi, Nasturiler arasındaki idari anlaşmazlıklardan ve bu anlaşmazlıkların Katolik misyonerlerce kullanılmasından dolayı Nasturi patrikliğinin parçalanmasıyla ortaya çıkmıştır. Katolikliğe rağmen eski örf ve adetlerine bağlı kalan Keldaniler, devlet tarafından 19. yüzyılın ilk yarısında “Nasturi Katolikler” olarak isimlendirilmiştir .

Keldanilerin patriklik merkezleri Musul’daydı Ancak mevsimine göre patrikler Bağdat’ta da ikamet edebiliyorlardı55. Patrik, “Babil Patriği” unvanını kullanıyordu . Diyarbakır’da Keldanilerin ruhani temsilcisi olarak 1847-1863 tarihleri arasında Piskopos Bedros kaydedilmiştir . Vilayet Salnamelerinden Bedros’un Serpiskopos olarak 1873’e kadar aynı görev kaldığı anlaşılmaktadır . 1873’ten sonra ise Abduşu’ Efendi Keldanilerin temsilciliğini yapmıştır.

 Rumlar

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethin hemen ardından, fonksiyonunu büyük ölçüde yitirmiş olan Rum Ortodoks Kilisesini ihya etmekle işe başlamıştır59. İstanbul’un fethinden önce Ferrare-Florence Konsillerinde (1437-1439-1442) Doğu-Batı kiliselerini birleştirme çabası sonuç vermemiş,  İstanbul Ortodoks Patrikliği, Bizans tarihindeki önemini kaybetmiş; kilise mensupları arasında birlik bozulmuş ve bu yüzden Patrik II. Athanasios’un istifasından sonra bu makama yeni bir tayin yapılamamıştır. Bunun sonucunda Ortodoks Hıristiyanların dağılma tehlikesini gören Fatih, Ortodoks Kilisesinin münhal bulunan patrikliğine, yeni birisinin seçilmesini ve eski geleneğe göre takdis edilmesini emretmiştir.

Rum Katoliklerin temsilcisi bulunmuyordu

Diyarbakır’da çok az nüfusa sahip olduklarından, Diyarbakır’da bulunan ruhani temsilcileri aynı zamanda Diyarbakır’a yakın olan Urfa’da bulunan cemaatin de temsilciliğini yapmışlardır.  Bölgede Rum Ortodoks cemaatinin temsilciliğini 18471863 tarihleri arasında Piskopos Makaryos yürütmüştür . 1869-1872 arasında Papas Efendi Rum Ortodoks temsilcisi olarak kayıtlarda yer almaktadır. 1873-1882 arasında Metropolis Ayakokosi, 1883-1884’te ise vekil Payosyos Efendi’nin ismi kayıtlarda yer almaktadır. Osmanlı sınırlarındaki tüm Ortodoks cemaatler gibi Rum Ortodokslarda, Katolikleştirme çalışmalarından nasiplerini almışlardır. Kayıtlardan, dikkate alınmayacak bir nüfusa sahip olan Rum Katoliklerin Diyarbakır’da temsilcilerinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

  Protestanlar

Osmanlı Devleti’nde Protestan cemaatin ortaya çıkışı, 19. yüzyılda Batılı devletlerin her birinin bir gayrimüslim cemaate hamilik yaparak, Osmanlı üzerinde bazı haklar elde etme çabalarıyla ilgilidir. Bu çerçevede Rusya Osmanlı Devleti içinde resmen tanınmış bir mezhebe (Ortodokslara) hamilik yaparken, Fransa Katoliklere sahip çıkmış, onlara millet statüsü kazandırmaya çalışmış ve bunu başarmıştır. Doğu’da dinin oynadığı rolü geç de olsa kavrayan İngiltere, Fransa ve Rusya gibi, siyasi nüfuzunu arttırmak için, dini bir araç olarak kullanmaya başlamış ve bu amaçla Osmanlı sınırları içinde Protestan cemaat oluşturma çabası içine girmiştir.

Protestan Kilisesi talebi

Amerika ve Almanya gibi devletlerin desteği ile İngiltere 19. yüzyılda bu amacına ulaşmıştır. Osmanlı sınırlarında az sayıda da olsa, Protestan cemaati oluşması üzerine İngiltere, kendi isteklerine uygun bir ortam oluşturabilmek için 1840’ta ilk girişimlerde bulunmuştur. İngiltere Dışişleri Bakanlığı 1840’ta Kudüs’te bir Protestan mabedi inşası için Osmanlı Devleti’nde izin talebinde bulunmuş, bu talebin ardındaki gerçek amacı sezen Osmanlı Devleti, 1834’te yayınladığı mezhep değiştirme yasağı ile ilgili fermanı öne sürerek bu isteği geri çevirmiştir. 1844 yılında ise hem bu yasağın kalkması hem de İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile bu konuda temaslarını devam ettirmesi üzerine Kudüs’te bir Protestan Kilisesi resmen açılmıştır. 

Osmanlı resmen tanıdı

Bu gelişmenin ardından Protestan cemaati, millet sistemi içinde resmen tanınan ve diğer milletlerin sahip oldukları haklara sahip bir millet olabilmek için, Batılı devletlerin özellikle de İngiltere ve Prusya büyükelçilikleri nezdinde girişimlerde bulundular. Bu iki devletin baskısı üzerine 1850’de Protestan cemaati Osmanlı Devleti tarafından resmen tanındı. Bu tanınma Protestanların millet statüsü kazanmalarını sağlayan bir tanınma değildi. Bu durum Protestanların millet statüsüne sahip olmak için elçilikler nezdinde girişimlerinin devam etmesine sebep oldu. Nihayet bu gelişmeler 1878’de Protestanlarla ilgili bir nizamnamenin kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır.

Hakları verilmedi

Bu nizamnameye rağmen Protestan cemaati, millet sisteminde sahip olunan haklara sahip olmamıştır Diyarbakır’da Protestan misyonerler etkin olmalarına rağmen, diğer Hıristiyan cemaatlere benzer bir örgütlenmelerine rastlanmamaktadır. Zaten Protestanlığın Osmanlı’daki örgütlenmesi de patriklik veya benzeri bir kurum etrafında olmadığından, Protestan kiliselerin hiç birinde böyle bir örgütlenmeden bahsetmek mümkün değildir. Bu cemaatler daha çok Protestan olmalarında etkili olan misyoner kuruluşu ile irtibat halinde olan kiliselerde örgütlenmişlerdir. (Bitti)

Editör: TE Bilişim