50 yaşına giren hemen her 3 kişiden birinde prostat büyümesi görüldüğüne dikkati çeken Prof. Dr. Erkurt, “Hasta bize başvurduğunda hiçbir şikayeti olmayabilir. İçerden kötüye giden bir gidişatı ancak biz ürologlar tetkik ve muayene ile anlayabiliriz. Bu nedenle idrar yolları hastalıkları halk arasında sinsi hastalık olarak bilinir. Bir bulguya yol açmayabilir. En çok görülen belirtiler arasında da uykudan uyandıran idrara çıkma isteği, idrarda sızlama, tuvalete zor yetişme, en önemlisi idrar hissi gelip tuvalete gittiğinde başlamak için bekleme görülebilir. Ayrıca idrar damlama olarak devam edebilir ya da bittiği zamanda boşaltamama hissi oluşabilir. Hasta 20 ila 30 dakika sonra tekrar tuvalete gidebilir ya da idrarı kesik kesik yapabilir. Açıkçası hasta bu akıştaki değişimin farkındadır” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Bülent Erkurt, teşhis için altın standart varsayılan elle muayene, kanda PSA, idrar tahlili, ultrason ve akım testi uyguladıklarını belirterek, şu bilgileri verdi: “Bu testlerle hastanın tıkanıklık derecesini ölçüyoruz. Karpuz büyüklüğüne ulaşmış prostat idrar kanalını tıkamadıysa umurumuzda olmayabilir. Ancak fındık büyüklüğündeki prostat idrar kanalını tıkıyorsa cerrahiye başvururuz. O yüzden 30 gram ile 300 gram büyüklüğündeki prostatlarda fonksiyon farkı vardır. Büyüklüğünden ziyade fonksiyonuna bakıyoruz. Biz bunları akım testiyle anlayabiliyoruz. Eğer hastanın şikayeti ile akım testi örtüşüyorsa tedavi yöntemine karar veriyoruz. İdrar akımı belli bir barajın altına düştüyse önce ilaç tedavisini uyguluyoruz. İlaca başladıktan bir ay sonra kontrole geldiğinde tekrardan akım testi yapıyoruz. Hala barajın altındaysa ameliyata karar veriyoruz. Yaş, prostat büyüklüğü ve şikayetlerin şiddetine göre doğru tedaviye karar vermeye çalışıyoruz. Genellikle aşırı genç, aşırı yaşlı hastalarda ekstrem kararlar vermek durumunda kalabiliyoruz. Ama 50 ila 80 yaş arasındaki grupta genellikle prostatın büyüklüğünden çok yol açtığı idrar tıkanıklığı sorundur. Mesela hasta 7-8 yıl boyunca kendisinde prostat büyümesi olduğunu, sıkıntılarını fark ediyor ama bu durumu konfor meselesi olarak gördüğü için üroloğa gitmiyor. Sonra bir gece hasta tıkanabiliyor ve 50 yaşında sonda takılmış olarak bize başvurabiliyor. Hasta sonda takılacak hale geldiyse büyük bir ihtimalle ilaçla çözmek zorlaşıyor. Genellikle bu hastaları ameliyat etmeye karar veriyoruz. Çünkü yeryüzünde prostatı küçülten bir ilaç yok, hepsi geçicidir. Ancak ilaç yanlış diyemeyiz, ilaçla da fayda gören yüzlerce insan var. Ama bu hasta grubu farklıdır.”

“Holep’te hasta konforu maksimumda”

İyi huylu prostat tedavisinde onlarca cerrahi yöntemin bulunduğuna değinen Prof. Dr. Erkurt, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Prostat ameliyatlarının hepsinde bir endoskop aracılığıyla prostat bölgesine ulaşılıyor ama kullanılan enerjiler değişiyor. Çünkü farklı enerji kaynaklarına göre ereksiyon ya da idrar tutamama sorunlarına yol açabiliyor. Bu nedenle lazerler revaçta çünkü çevredeki sağlıklı dokulara verdiği zarar minimaldir. Elektrik veya diğer açık cerrahilerde çevredeki sağlıklı dokulara zarar daha fazla olabiliyor. Lazerler içinde de son yılların gözdesi elbette ki Holep’tir. Bu yöntemin en büyük avantajı hastalığın tekrarlama riskinin çok düşük olmasıdır. Diğer uygulamaların hepsinde her 4 ila 5 yılda bir ikinci bir ameliyat olma oranı yüzde 40’tır. Halbuki Holep’in 10 yılda ikinci bir ameliyat tekrarlama oranı binde 7’dir. Bu müthiş bir avantajdır. Holep yönteminin ikinci büyük avantajı kalıcı bir idrar kaçırmaya, ereksiyon kusuruna yol açmıyor olmasıdır. Kanama veya iltihap gibi her ameliyatta olması olağan sonuçlar bu yöntemde daha az görülüyor. Tüm cerrahi yöntemler içinde hastayı günlük hayatına en çabuk döndüren Holep uygulamasıdır. Örneğin bugün hastaya Holep işlemi uygulandıysa, ertesi gün sondayı çıkarıp idrar yaptırıyoruz ardından taburcu ediyoruz. Genel anlamda hastanın başka bir rahatsızlığı yoksa 24 saat dolmadan taburcu ediliyor. Tabii sonrasında hastanın 3-4 gün evde kalması onun sık idrara çıkması ve idrar konforuna alışması için iyi bir şeydir. Kısacası Holep hasta konforunun maksimum olduğu bir yöntemdir.”

“Prostatın tamamı alındığı için kanser riski daha iyi saptanıyor”

Prof. Dr. Bülent Erkurt, Holep yönteminde diğer yöntemlerden farklı olarak prostatın tamamının alındığına dikkati çekerek, “Holep’te prostatın tamamını aldığımız için patolojiye müthiş bir araştırma alanı sunuyoruz. Patoloji inceliyor, kanser var mı yok mu, her şeyi çok ince bir şekilde inceleyip bize detaylı bilgi verebiliyor. Böylece bir şeyleri ıskalama durumumuz da yok oluyor. Ancak hastanın Holep ya da başka bir yöntemle ameliyat olması herhangi bir prostat kanserinden korumaz. Bu nedenle hastalar ameliyattan sonra diğer sağlıklı grup gibi yılda bir üroloji doktoruna muayeneye gitmek zorundalar. Bunun yanı sıra Holep’in etkinliğinin takibi gerekiyor. Biz Medipol Üroloji Bölümü olarak bunu ameliyat sonrası takip silsilemiz kapsamında değerlendiriyoruz. Bu kapsamda ameliyattan sonraki ikinci gün mutlaka hastayı bizzat arıyoruz. Hastaya önemsiz gelen şeyler bizim tıbbi açıdan önemimizi çekebilir. Hastayı dinlediğimizde hasta hem psikolojik açıdan mutlu oluyor hem de şikayetlerini dinleme şansımız oluyor. Hastanın hastaneye gelmesi gerekmiyor. Hastayı 15’inci günde, 6’ncı haftada ve 6’ncı ayda fiziken kontrol ediyoruz. Ondan sonra yıllık takiplere alıyoruz” diye konuştu. (İHA)

Editör: TE Bilişim