Said-i Nursi toplumsal sorunların çözümünü salt politik bir değişimde değil kültürel bir değişimde görmüştür. Bu açıdan Muhammed Abduh ile benzer yönleri vardır. İslam dünyasının geleceğini aşağıdan yukarı bir değişim imkanıyla ele alması, Yeni Zemin etrafında şekillenen düşüncenin de tabandan tavana bir değişimi desteklemesini getirmiştir beraberinde. Yeni Zemin yazarlarının değişim arzusunun taban ile mümkün olduğu muhakkaktır ve bu bağlamda sisteme karşı bir tutum sergileyerek tabanın sosyal, kültürel, siyasi ihtiyaçlarına ses olmuştur. Öyle ki dergi bünyesinde pratik siyasetle, örneğin adem-i merkeziyetçilik tartışmalarıyla ilgili bir çok okuma mevcut hale gelmiştir. Ve hatta dönemin aktif  siyasetinde yer almış simaları gerçekleştirmiş oldukları röportajlar, dönemin pratik siyaseti açısından oldukça mühimdir.

Zira aktif siyaset alanındaki hak hukuk mücadelesini yakinen gözlemleme imkanı elde etmiş ve bunu kamuoyu önünde görünürlülüğe sunmuştur Yeni Zemin. Bu minvalde Yalçın Akdoğan'ın, Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştirdiği röportaja yer vermesi, ve röportajda Erdoğan'ın; ''Birbirimizin hukukuna saygılı olduğumuz ölçüde, inançlarımıza saygılı olduğumuz sürece, inanıyoruz ki bu barış temin edilir. Ama bunu zedelemek isteyen güçler var. Örneğin alevilerin partimize gelmeleri, taktir edilmesi gerekirken bazı mahfiller bundan rahatsız oluyor. Nasıl olur da alevi ile sunni bir araya gelir. Çünkü bu onların oyununu bozuyor.11'' tarzında aktif siyasetinin gereği söylemlerde bulunması, Yeni Zemin dergisinin, Said-i Nursi'nin özellikle ilk dönemlerinde içerisinde bulunduğu aktif siyasi mücadeleyi de özümsediği ve yayın siyasetine bu doğrultuda yön verdiği gerçeğini gösterir.

Diğer bir husus Yeni Zemin dergisinin soyut arka planında yer alan cemaat olgusudur. Soyut tabirini bilhassa kullandım zira Yeni Zemin dergisini pratik düzlemde inşaa etmiş Zehra Cemaati, Türkiye'de yer edinmiş ve çoğu zaman iktidar ile bir biçimde hesaplara dahil olmuş cemaat algısının ötesinde bir oluşumdur. Bu ötelik tasviri salt bir olumlama değildir elbette. Ama farklılığı anlayabilmek adına öncelikle İslamda cemaat olgusunun ne anlama geldiği incelenmeli ve bu minvalde Türkiye'deki cemaat olgusunun nasıl bir pratik düzlemde yeşerdiği ele alınmalıdır.

İslam cemaat-birey ilişkisinde dengeyi korur. Yani bireyin hakkı ile toplumun hukukunu beraberce korur. İslam, bireyin de cemaatin de alanlarını tespit etmiştir. ''Biri başka birinin günahlarını taşıyamaz'' temel esasına göre bireysel sorumluluk önce gelmiştir. Ama şu da vardır ki, bütün sorumluluklar bireysel değildir. Bireyin sorumluluklarının içerisinde toplumsal sorumluluklar da girer. ''Biz insanların tümünü o gün imamlarıyla birlikte çağırırız'' ayeti bunu ifade eder. Yani bir geçişlilik söz konusudur. Bireyin sorumluluk alanına toplumsal ilişkileri de giriyor. Onun için Batı'daki personalizm anlamındaki bireyciliği savunmuyoruz.

 Bugünkü uygulamalarda cemaatler dinin kendilerine tanıdığı alanı doldurma iddiasıyla ortaya çıktılar. Ancak dinin kendilerine tanıdığı özgür alanı kullanırken, yine dinin bireye tanıdığı alanı yok ediyorlar. Çünkü mevcut cemaatler şahsiyet yapamıyorlar. Yapamamalarının nedeni: 1) Böyle bir programa sahip değiller. 2) Entelektüel birikimleri yok. 3) Mevcut cemaatler konjoktüreldirler. Bireye şahsiyet kazandıramayan cemaatler bu sefer bireyi düzleştiriyorlar, şahsiyetsizleştiriyorlar. Çünkü birey şahsiyet kazanmaya başladıkça böyle cemaatler için tehlike olmaya başlıyor. Cemaatler bireyi kuruma kurban ediyorlar. Birey vakfa, cemaate, dergiye vs kurumlara feda edilmeye başlanıyor. Böylelikle birey merkezden alınıp, faaliyeti, davayı merkeze yerleştiriyorlar. Dava, cemaat merkeze yerleşince bireyler de bu merkez etrafında tavaf etmek zorundalar. Artık birey tavaf ederse var ve anlamlı, tavaf etmezse yoktur. Halbuki bütün faaliyetlerde bireyin kendisi merkezdir. Çünkü cemaatler birey için çalışmalıdır.

Yeni Zemin dergisinin arka planında yer edinmiş Zehra cemaatinin, birey-cemaat çelişkilerini okumuş ve hatta dergi sayılarında yer vermiş oldukları göz önünde olduğundan, Türkiye'deki diğer cemaatler ile farkı bireyin cemaatteki rolünü idrak etmiş olmalarından mütevellittir. Bu algının dergi bünyesindeki her bireyin her entelektüelin fikirlerine eşit değerde yaklaşmalarında etkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Lakin olumsuz bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekirse de, derginin tüm hak hukuk özgürlük söylemlerine rağmen, arka planında yer alan cemaat fikriyatı sebebiyle yukarıda da yer verdiğim cinsiyet tartışmaları örneğinde birçok islam ile çelişen sınırsız özgürlük alanına girmemiş olmaları, sisteme getirilen onca eleştiri arasında kadının sosyal statüsüne hiçbir surette değinmemiş olmaları söylenebilir.

 13Mustafa İslamoğlu, “İslam Ferde Şahsiyyet Kazandırır.”, Yeni Zemin Dergisi, sy. 13, 1994, s. 62

 Özet

Cumhuriyetle birlikte yeni bir sistem kurulurken sadece ulema ile birlikte halk da safdışı bırakıldı. 'Ulema' Osmanlı sistemi içerisinde halkın temsilcisi olduğu için tasfiye edildi denebilir. Cumhuriyeti asker-sivil bürokrasi kurdu. Sistemden dışlanan halk değiştirilmek-dönüştürülmek istendi ve bu dönüşüm aşamasında Milliyetçilik, Kemalizm, Laiklik tarzı ideolojiler Türkiye'de sistemden dışlanan halkı büyük ölçüde rahatsız etti. Halk ciddi manada değişim arzuladı. Sistemi, kendi sosyal, kültürel, siyasal ihtiyaçlarına binaen değiştirmeye dönüştürmeye meyletti ve bu meylin tezahüründe Yeni Zemin dergisi farklı dine, etnik kökene, ideolojik tutuma mensup birtakım entelektüeli bir araya getirdi ve bu entelektüellerin söylemlerine eşit manada kamuoyu önünde yer verdi. Döneminin sosyal ve siyasi mecrasında elle tutulur birçok tartışmaya ve zihni gelişmeye sebep oldu. Arka planında yer alan Cemaat olgusunu cemaat-birey kıskacında doğru bir denkleme oturtabildi ve teorik savunusunu dayandırdığı özne olan Said-i Nursi'nin siyasi ve kültürel olgularını harmanlamıştır.