İZLENİM/Faruk BALIKÇI
Barış süreciyle birlikte son dönemlerde medyanın dili çokça tartışılmaya başlandı. Aslında yeni bir durum değil. Sadece dil değil. Gerçekleri görmemek, sırtını dönerek, ülkenin doğusuyla batısı arasına kalın duvarlar örerek gerçekler hep gizlendi. 40 yıldır devam eden on binlerce insanın hayatına mal olan çatışmalı sürecin uzamasına neden oldu.
Medya bunda rol oynadı.
Nasıl mı?
1990’lı yılların ortasında bunu medyanın mutfağında olan yaygın gazetelerdeki batıdaki temsilcilere sormuştum. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olduğum yıllarda gazetecilikle ilgili düzenlediğimiz bir çalıştayda binlerce köyün yakılarak boşaltıldığını, faili meçhul cinayetler işlendiğini, yanan bir köyün fotoğrafının neden yansıtılmadığını sormuştum. Oysa dünyanın neresinde olursa olsun bir köyün yakılması ve içindeki insan hikayeleri haberdir. Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köyleri 1994’te bombalandı, 38 köylü öldü. Askeri savcılık ise 8 yıl sonra “Uçakların menşei belirlenemedi” deyip görevsizlik kararı verildi. Kıyamet kopması gerekirken kim duydu, kimin haberi oldu.
Bırakın bir köyün bombalanmasını, yakılmasını insan hakları ihlalleri bile görülmedi. “Üç maymunu” oynadılar. İnsan hakları dernekleri, sivil toplum örgütlerinin açıklamalarını yok saydılar. O günkü iktidarın sözlerine itibar ettiler.
Gazetecilik etiği bir yana vicdan etrafımızda olup bitene yanıt vermektir. Haksızlığı, hakkaniyetsizliği umursamaktır. Gözünü yumup geçip gidememektir. Akşamları başımızı huzur içinde yastığa koyabilme arzusudur.
Aslında bölgede yaşanan ağır insan hakları görünmezlikten gelinerek batı ile arasına kalın bir duvar çekildi.
Sadece vicdanlar harekete geçseydi yaşanan gerçekler gizlenmeseydi, medya yaşananları Batıdaki kamuoyuna duyursaydı bu kadar uzun sürmez, bu kadar can kaybı yaşanmazdı. Belki barışı daha erken yakalayacaktık.