Komisyon üyelerinin İmralı'dan ikna olarak döndüklerini belirten Gülistan Kılıç Koçyiğit, "Devletle bir mutabakatın olduğunu ifade etmekle beraber bugün temel arayışın bir siyasal mutabakat olduğunu ve bu siyasal mutabakat gerçekleştiğinde aslında birçok şeyin de aşılabileceğini ifade etti" dedi.

Tarihi görüşmeyle ilgili olarak, Koçyiğit’in MA’nın sorularını şöyle yanıtladı:

Komisyon adına üç siyasi temsilci olarak İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile görüştünüz. Adaya gitme yolculuğunuzdan itibaren yaşananları anlatabilir misiniz?

Komisyon toplantısı Cuma günü yapılmıştı ve o gün karar alındı. Ardından bize hazırlıkların yapılacağı söylendi. Sonuçta gerekli izin prosedürleri vardı. Yetkili kurumların bu izin prosedürlerini gerçekleştirmesi gerekiyordu çünkü Adalet Bakanlığı’na başvuru yapılması gerekiyordu. Meclis Başkanlığı bu prosedürleri gerçekleştirdi ve ardından Pazar günü bize, Pazartesi günü bu ziyaretin gerçekleşeceğine dair bilgi gelmiş oldu. Pazartesi sabah çok erken bir saatte kalktık. Üç heyet üyesi olarak Ankara’da buluştuk ve daha sonra İstanbul’a hareket ettik.

Koçyiğit: Türkiye, Suriye’deki Alevi katliamına karşı harekete geçmeli
Koçyiğit: Türkiye, Suriye’deki Alevi katliamına karşı harekete geçmeli
İçeriği Görüntüle

Görüşmenin yapıldığı salona siz mi önce girdiniz, yoksa, Abdullah Öcalan mı?

Evet, biz heyet olarak görüşme odasına geçtik ve yerlerimizi aldık. O sırada yetkililer bize kısa bir bilgilendirme yaptılar. Birkaç dakikalık bir hazırlık süreci oldu. Kısa bir süre sonra da Sayın Öcalan odaya girdi ve her birimizle tek tek merhabalaştı, tokalaştı. Daha sonra hep beraber oturduk ve görüşme başladı.

Görüşmenin yapıldığı salonda oturma düzeni nasıldı?

Sayın Öcalan karşımızdaydı. Biz üç heyet üyesi masanın diğer tarafındaydık, karşılıklı oturduk.

Selamlaşma nasıl gerçekleşti? Sizi nasıl ağırladı? İlk olarak kim konuştu? İlk soruyu kim sordu?

Karşılıklı olarak bize “Hoş geldiniz” dedi. Bizleri takip ettiğini, tanıdığını ifade etti. Ardından heyet üyeleri, orada bulunma amacımızı, komisyonun üyeleri olarak orada olduğumuzu, partilerimizi ve temsiliyetlerimizi anlattılar. Bugünkü görüşmenin de nihayetinde komisyonun bir görüşmesi olduğunu belirttiler. Sayın Öcalan bunu dinledi ve görüşme detaylanarak devam etti.

Görüşmede görüntülü kayıt alındı mı?

Hayır. Görüşme görüntülü olarak kayıt altına alınmadı. Tutanak açısından yalnızca ses kaydı alındı.

Ziyaretten önce yaşanan tartışmanın ardından heyet, Öcalan’a nasıl hitap etti?

Sayın Öcalan, her bir üyeye konuşurken ismiyle, “Fethi Bey, Hüseyin Bey” şeklinde hitap etti. Biz heyet olarak da Sayın Öcalan ile konuşurken “siz” diye hitap ettik.

Meclis komisyonu heyeti içerisindeki tek kadın sizdiniz, buna ilişkin bir değerlendirmesi oldu mu? Ya da kadınların sürece katılımına ilişkin herhangi bir şey söyledi mi?

Genel olarak biraz PKK'nin tarihsel serüvenini, daha önce Kürtlerle Türklerin tarihsel olarak ittifak yaptıkları zaman dilimlerini ve bütün bu ittifakların Türkiye halklarına, Kürtlere ve Türklere nasıl kazandırdığını ve tarihsel kırılma anlarından bahsetti. Yine PKK'nin çıkış koşullarından sonra barış arayışlarını, hükümet ve devlet kanadından özellikle her seferinde nasıl barış girişimleri olduğunu ama bütün bu barış girişimlerinin en nihayetinde nasıl akamete uğratıldığına dair geniş bir değerlendirme yaptı. Tabii heyet üyelerinin de sürece dair kendisine soruları oldu. Ben en sonunda kadınların özel selamını kendisine iletme fırsatı buldum ve 25 Kasım öncesi olduğu için de özel olarak bu konuda bir şey söylemek isteyip istemediğini sordum. O da kadınlar açısından kısa bir değerlendirme yaptı: Özellikle bir sokakta öldürme kültürü olduğundan bahsetti. Kadın cinayetlerinin yaşandığından bahsetti. Ve bu anlamıyla kendi kadın özgürlük bakışının, kadına yönelik ele alışının çok farklı olduğunu, kadın özgürlüğünü temel aldığını dair çok kısa bir değerlendirme yaptı. Ve herkese selam söyledi.

CHP'nin komisyonda oylamaya dahil olmayarak temsilci göndermemesine ilişkin bir değerlendirmesi oldu mu Abdullah Öcalan'ın?

CHP'ye ilişkin düşünceleri aslında biliniyor. CHP'ye dönük İmralı heyetimiz üzerinden değerlendirmeler yapmıştı. Bu değerlendirmelerin bir kısmı da kamuoyuna yansıdı. Cumhuriyetin kurucu partisi olarak CHP'yi önemsediğini, CHP'nin bu sürecin içerisinde mutlaka olması gerektiğine dair değerlendirmeleri kamuoyunun malumu. Bu görüşmede özel olarak CHP’nin gelmemesine dair bir değerlendirmesi oldu ve “Keşke CHP de gelseydi” dedi.

Ne tür başlıklara değindi? Sizlere neler anlattı?

Sayın Öcalan bu görüşmenin içerisinde Kürt ve Türk ilişkilerinin tarihsel arka planını anlattı. Bu anlamıyla önce 1071 Malazgirt’teki ittifakın kendisi, Sultan Alparslan’ın Kürt beylikleriyle olan ilişkisine dair bir değerlendirme yapıldı. Sultan Sencer-Selçuklu dönemine dair bir değerlendirmesi oldu. Yine Osmanlı'nın çözülüş döneminde Kürt beyliklerinin isyanının çözülüşte etkili olduğunu, Abdülhamid'in bunu fark ederek bunu engellemek için Hamidiye alaylarını kurduğunu ifade etti. Sonra Kurtuluş Savaşı, Kurtuluş Savaşı'nda Kürtlerin de yer almasına dair bir değerlendirmesi oldu. Bütünsel bir tarihsel arka plan sundu. Yine Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü fethetmesi döneminde Kürt ve Türk güçlerinin ortak mücadelesi sonucunda bunun gerçekleştiğini ifade etti ve sonra da günümüze geldi.

Başlangıç itibarıyla Cumhuriyet tarihi açısından ifade edersek Şeyh Sait İsyanı’na dair kısa bir değerlendirme yaptı ve bu isyanın 1921'lerde değil 1925'lerde olmasının nedeni üzerinde durdu. Çünkü en nihayetinde bir ümmet anlayışıyla Kürtler de Kurtuluş Savaşı'na dahil oldu ve bu savaş Kürtler ve Türkler tarafından birlikte verildi, nedeni de ümmet anlayışıydı. Ama daha sonra bu ümmet anlayışından uzaklaşılıp ulus-devlet anlayışının hâkim olmaya başlamasının bir isyana yol açtığını ifade etti. Daha sonra da kendisinin PKK’yi kurma sürecine nasıl başladığını, Çubuk’ta altı kişiyle başlayan yolculuğunu ve en nihayetinde PKK'nin tarihsel gelişimini ve bugüne kadarki süreci anlattı.

En temel vurgularını neyin üzerine yaptı?

Tabii burada en temel vurgularının iki şeye yaslandığını ifade edebiliriz. Bu anlamıyla tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinin nasıl simbiyotik bir ilişki olduğunu, nasıl birbirini besleyen, geliştiren, birlikte ittifak halinde olunduğunda nasıl kazandırdığını, bundan uzaklaşıldığında ise nasıl birlikte kaybedildiğini vurguladı.

Barış çabalarına çokça vurgu yaptı. 95’ten beri reel sosyalizm düşüncesini aşmaya başladığını, barış arayışlarını anlattı. Her barış sürecinin ya da her barış çabasının hem devlet katında hem de kendi tarafında nasıl bir şekilde akamete uğradığını ifade etti. Özal dönemi, Erdal İnönü, Demirel hükümeti dönemindeki arayışlar, Erbakan dönemi… Ve her birinin ardından nasıl pratiklerin sergilendiğini, nasıl müdahaleler olduğunu ve her seferinde bütün bu barış çabalarının nasıl akamete uğradığını ifade etti. Ve burada bir dış müdahalenin, Kürt ve Türk ittifakının gerçekleşmesini istemeyen, barışın gerçekleşmesini istemeyen uluslararası güçlerin bulunduğunu ve süreci sabote etmek için ne kadar büyük şeyler yapabileceklerini de Özal'ın ölümü üzerinden örneklendirdi. Sayın Turgut Özal'ın ölümünü bir tesadüf olarak değerlendirmediğini, buraya şüpheyle bakmak gerektiğini ifade etti.

Peki, kendisinin bu sürece yaklaşımı nasıl? Bu süreci diğer süreçlerden hangi yönlerde farklı görüyor? Buna ilişkin bir değerlendirmesi oldu mu?

Tabii, bir yıllık süreci de değerlendirdi. Sayın Cumhurbaşkanının Ahlat’ta yaptığı konuşmadan, Sayın Bahçeli'nin DEM Parti sıralarına gelip el sıkmasına, 22 Ekim'deki grup konuşmasına kadar birçok şeyi ifade etti ve bütün bunların çok kıymetli olduğunu, bu anlamıyla bir irade oluştuğunu söyledi. Kendisi de buna karşılık oluşturmak istediğini, o el sıkmaya ya da o barış çabasına bir karşılık oluşturmak istediğini ifade etti. Bu anlamıyla örgütün fesih ve silah bırakma 27 Şubat çağrısını da bu çerçevede formüle ettiğini belirtti. 27 Şubat çağrısının en önemli yanının bir mutabakat olduğunu, devlet katında da varılmış bir mutabakat olduğunu söyledi ve her bir cümlesinin, her bir satırının programatik nitelikte olduğunun altını çizdi. En önemli bölümlerden birisi buydu. Bu süreç içerisinde PKK’nin bütün çağrılara uyduğunu, ateşkesin hızlı bir şekilde devreye girdiğini ve o günden beri hiçbir şekilde bir şehit haberinin gelmediğini söyledi. Bunu çok önemsediğini, çok anlamlı bulduğunu ifade etti ve meselenin sadece silah bırakma meselesi olmadığını, temel sorunun bir inşa sorunu olduğunu belirtti. Bu anlamıyla demokratik bir dönüşümün ve inşanın kendisini merkeze alan bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Nasıl bir inşadan söz ediyor, inşayı nasıl tanımlıyor, aktardı mı sizlere? Devlet ile Kürt halkı birlikte mi yapacak? Kürt halkı kendi başına mı yapacak?

Çok fazla başlık vardı, o nedenle bunu çok açamadı. Fakat şu vurgunun çok önemli olduğunu düşünüyorum: Mesele sadece silah bırakma meselesi değil. Mesele aslında biraz da inşa meselesidir. Burada demokratik bir inşaya vurgu yapması çok önemli. Tek taraflı bir süreçten ziyade, devletin demokratik dönüşümünü de esas alan bir sürece işaret ettiğini anlamak gerekiyor. Ama bunu tabii ki uzun uzun anlatma imkânı olmadı. Ama biz daha önceki değerlendirmelerinden de bunu çok iyi biliyoruz. Yani devletin demokratik dönüşümü, toplumun güç olması, toplumun öz örgütlülüğünün sağlanması ve gerçek anlamda Demokratik Cumhuriyet için birlikte mücadele edeceğimiz bir zeminin açığa çıkması ve bunun için de bir hukuksal zeminin oluşması gerekiyor. Yani bir hukuksal tanımanın, hukuksal olarak bir düzenleme ihtiyacına atıfta bulundu. Ama en önemlisi de bir siyasi mutabakata ihtiyaç olduğunu vurguladı. Devletle bir mutabakatın olduğunu ifade etmekle beraber bugün temel arayışın bir siyasal mutabakat olduğunu ve bu siyasal mutabakat gerçekleştiğinde aslında birçok şeyin de aşılabileceğini ifade etti.

Merak edilen bir diğer husus ise Demokratik Entegrasyon. Bu konuda değerlendirmeleri oldu mu? Kürtler ne şekilde devlete dahil olacak? Buna dair perspektifi ne?

Bunu daha ziyade Suriye bağlamı için ifade edebiliriz. Suriye konusu görüşmenin ana eksenini oluşturuyordu. Heyet üyeleri de daha ziyade Suriye ile ilgili daha fazla soru sordular. Çünkü komisyonda da birçok dinlediğimiz kesim Suriye’yi özel olarak konuşmuşlardı. Suriye’deki sürecin buradaki sürece olası etkileri ve Suriye'deki gelişmelerin kendisi biraz daha görüşmenin ana odağını oluşturuyordu. Suriye bağlamında da şunu çok açık ve net bir şekilde söyledi: 'Çok uzun bir süre Esad yönetimi vardı ve Esad yönetiminin karakteristik özelliği en nihayetinde bir diktatörlüktü ve yıllarca da böyle yaşadılar. Bugün bir Şara yönetimi var. Eğer gerçekten demokratikleşme olmazsa en nihayetinde bu da bir diktatörlüğe gidecektir” diye ifade etti. O anlamıyla olmazsa olmaz diye ifade ettiği en temel şeylerden birisinin yerel demokrasi olduğunun altını çizmemiz gerekiyor.

Demokrasi, toplumun örgütlenmesi, komün, meclis, kendi sivil toplumunu oluşturması, Suriye bağlamında örneğin Bayırbucak Türkmenleri, Kürtler, Çerkez topluluklar için söylediği gibi herkesin kendi topluluğunu, komününü, meclisini, sivil toplumunu inşa etmesi ve bu şekilde de kendi öz varlığıyla sisteme katılması gerektiğine değindi.

Bunun için de bir demokrasiye ihtiyaç olduğunu söyledi ve demokrasi olmazsa Suriye’de yeniden bir diktatörlük olacağını ve bunun da aslında Suriye halklarına hiçbir şekilde huzur, refah, mutluluk getirmeyeceğini belirtti. Cümle cümle değil ama kaba haliyle böyle ifade ettiğini söyleyebilirim. O anlamıyla demokratik entegrasyon açısından ‘Neye entegre olacak?’ sorusunun hepimiz açısından temel sorun olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Yani Kürtler ya da diğer halklar neye entegre olacaklar? Nasıl bir sisteme entegre olacaklar? Gerçekten demokratik olana ancak entegre olunabilir. Demokratik olanın bir parçası olunabilir. Devlet demokratikleşirse, demokratik bir dönüşüm sağlarsa halklar da o demokratik sistem içerisinde kendi öz örgütlülüklerini sağlayıp var olabilirler, diye ekledi. Bu Türkiye için de geçerli ama dediğim gibi sorulan sorular üzerine değerlendirme daha çok Suriye bağlamında gelişti. Orada da demokrasi olmazsa olmaz. Hem Türkiye açısından hem Suriye açısından hem Kürtlerin yaşadığı bütün ülkeler açısından Kürtlerin varlık olma hakkını koruyan, gören bir yaklaşımın esas alınması gerektiğini ifade etti.

En çok gündeme gelen ve merak edilen bir diğer husus ise Suriye. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve Şam arasındaki gelişmeler. Türkiye, SDG’nin de silah bırakmasını dayatıyor. En son AKP Sözcüsü de yaptığı açıklamada bu konuya değindi. Abdullah Öcalan bu konuya dair bir şey söyledi mi?

Türkiye’de mesele bir ikilik üzerinden tartışılıyor; YPG silah bırakacak mı, silah bırakmayacak mı? Bütün tartışmanın ana ekseni Suriye bağlamında buraya kitlenmiş durumda ve cevabı da ‘Evet’ ya da ‘hayır’ diye ifade edilmeye çalışılıyor. ‘Silah bırakacak mı, buna evet ya da hayır deyin’ gibi bir yaklaşımla ele alınıyor. Oysa ki Sayın Öcalan bu meseleyi biraz uzun ve detaylı olarak ele aldı. Demokratikleşme, demokratikleşme olmazsa Şara’nın neye dönüşeceğini ifade etti. Silah bırakma başlığı açısından şunu söyledi; 10 Mart mutabakatını önemsediğini ve uygulanması gerektiğini söyledi. Belki Suriye bağlamında en temel, altı çizilmesi gereken vurgunun bu olduğunu söylemek gerekiyor. 10 Mart mutabakatı, SDG yönetimi ile oradaki geçici hükümet arasında yapılan mutabakatın, yani Mazlum Abdi ile Şara arasında imzalanan mutabakatın uygulanması gerektiğini, bunu önemsediğini belirtti.

Bu anlamıyla özellikle silahlı güçlerin orduya entegrasyonu ama aynı zamanda yerel asayiş güçlerinin olması gerektiğini dile getirdi. Birini İçişleri Bakanlığı, diğerini Millî Savunma Bakanlığı olarak ifade etti. ‘İkili düşünebilirsiniz’ dedi. Biri Millî Savunma Bakanlığı’na ordu olarak entegre olacak. Yerel asayiş güçleri ise İçişleri Bakanlığı’na bağlı yerel asayiş olacak. ‘Onun gibi düşünülebilir’ denildi. Bu konunun etraflıca tartışılması gerektiğinin altını çizdi.
Suriye konusundaki tutumunun çok yapıcı olduğunu ifade etmem gerekir. Oradaki sorunların diyalogla aşılabileceğine inanıyor Sayın Öcalan. Ve kendisinin de bu konuda çok etkili olacağını da açık ve net bir şekilde söyledi. Zaten bu soru kendisine de sorulduğunda ‘Evet, oradakiler de beni dinlerler’ dedi… Ama bunun için tabii ki ‘koşulların oluşması gerektiğinin’ altını çizdi. Sonuçta koşullar oluşursa, diyalog zeminleri gelişirse, görüşebilirse birçok sorunu aşabileceğini, birçok sorunun çözülmesine katkı sunabileceğini özel olarak ifade etti.

İsrail’in Türkiye’ye tehdit yarattığına dair görüşler de var. Hatta bu sürecin bu nedenle başladığı belirtiliyor. İsrail–Türkiye ve Kürtler ile İsrail dengelerine dikkat çekti mi?

Evet, İsrail’in Ortadoğu’da yapmak istediğine dair belli vurguları oldu. Özellikle Abraham Anlaşmaları üzerinden nasıl Ortadoğu’yu dizayn etmek istediklerini, nasıl bölgesel bir güç olmak istediklerini anlattı. İsrail’in bir Kürt gücüne yaslanarak bundan sonra var olmak istediğini ifade etti. Bu anlamıyla bütün bölgesel gelişmeleri iyi okumak gerektiğine dair bir değerlendirmesi oldu ve tarihsel akış içerisinde Kürtlerin üzerine sürekli hesap yapan birçok gücün olduğunu da ekledi.

Kaynak: MA