ÖZEL HABER/Mehmet Rumet SOYLU-Veli BALTACİ
Mayıs ayı, doğanın tüm canlılığıyla kendini gösterdiği, toprağın bereketle buluştuğu bir dönemdir. Bu uyanışı en coşkulu şekilde selamlayan, bunu bir bayram-bir şenlik edasıyla karşılayan, yediden yetmişe herkesin bu karşılama ve kutlamalara katıldığı yer; Diyarbekir’in kadim ilçesi Silvan’dır. Burada her yıl 14 Mayıs’ta kutlanan Serê Gulanê, sadece bir mevsimsel geçiş, bir karşılama ve kutlama ve de keyifli zamanlar geçirme organizasyonu değildir. Bunların yanında ve aynı zamanda halkın tarihsel hafızasında yer edinmiş, kültürel bir miras olarak yaşatılıyor.
ASIRLARDIR YAŞATILAN BİR GELENEK
Rumi takvime göre her ayın 14’ü o ayın biridir. Bu vesile ile 14 Mayıs, ‘Serê Gulanê’, yani Mayıs ayının başı olarak kabul edilir. Bu tarih, halkın doğayla buluştuğu, baharın bereketine şükrettiği ve toplu etkinliklerle kutladığı bir dönemin simgesidir. Bahar gelmiştir artık ve yer gök, yeni bir yaşamın ilk şarkılarını okumaya hazırdır. Silvanlılar, bu şarkıya eşlik etmek için günlerce öncesinden ‘notalarını’ biriktirirler ve senfoninin başlamasını beklerler adeta. Bu gelenek asırlardır yaşatılmakta ve nesilden nesile aktarılmaktadır. Ve o ki, ‘Serê Gulanê’ sadece Silvan ve köylerinde karşılanır ve de kutlanır.
EFSANELERLE YAŞAYAN BİRGÜN
Serê Gulanê sadece baharın gelişiyle değil, aynı zamanda çeşitli efsane ve anlatılarla da zenginleşmiş bir gündür. Silvanlılar, bugünü birden fazla nedenle önemli kabul ederler.
Mesela, uzun ve yıkıcı süren bir savaş sonrasında Merwani Devleti’nin kazandığı bir zaferin ardından halkın sevinç ve başarının tadını çıkartmak amacıyla dağlara çıkarak kutlama yapmasıyla başladığı söylenir.
Tarihte uzun süren ve birçok insanın ölümüne neden olan bir kuraklık yaşayan Silvan halkının yağmur duasına çıkması ve ardından gelen yağmurlarla birlikte bu günü şükürle kutlamaya başlaması olarak da anlatılır.
Baharın son yağmurları ‘gelin yağmurları’ olarak kabul edilir. Bu nedenle 14 Mayıs’ta düğün yapılmaz, çünkü o gün doğa kendi düğününü yapmaktadır. Doğanın izdivacının yaşandığı o görkemli günde Silvanlılar, hep birlikte katılırlar diye de söylenir bir rivayette de.
Serê Gulanê gününden bir gün evvel Silvanlılar tüm hazırlıklarını yapmaya başlarlar. Adeta bir bayrama hazırlanır gibidirler. Dolmalar, tandır ekmekleri, çeşitli meyveler, etler, sebzeler ve tırşık… Sabahın erken saatlerinde uyanırlar ve kendilerine ait ya da daha önceden kiraladıkları araçlara binip önceden belirledikleri alanlara doğru yol alırlar. Kimse yolda ya da ayakta kalmaz. Yolda, kimi görürlerse ve yer de varsa araçlarına alırlar ve devam ederler. İnsanlar, hiç gidilmemiş yerleri ziyaret edercesine doğaya çıkarlar. Günlük hayat adeta durur, şehir neredeyse tamamen boşalır. Özellikle Kaniya Navin, Malabadi, Quba Zîla, Bêzwan ve Zêvetirkê gibi doğal alanlar dolup taşar. Hazırlanan yemekler eşliğinde piknikler yapılır, şarkılar söylenir, halaylar çekilir. İnsanlar birbirlerine yaptıkları yemekleri sunar, kimsenin aç kalmasına da canı çektiği ve yanında olmadığı yemeği yememesine de fırsat verilmez. Hasbelkader sofrası komşusunun sofrasından biraz daha zengin ve gösterişli olan aileler, bunu bir şekilde saklamanın yollarını bulur ya da mutlaka paylaşarak ortaklaşma sağlanır. O güzel günde kimsenin kimseden çekincesi olmasın diye murad edilir. Zira bugün, insanların doğayla yeniden bağ kurduğu, birbirleriyle dayanışma içinde olduğu bir gündür. Herkesin yüreğinde, ‘keşke bitmese bugün’ diye kuşlar uçuşur.
Serê Gulanê, Silvan halkı için sadece bir kutlama değil, aynı zamanda doğaya saygının, tarihe bağlılığın ve toplumsal dayanışmanın da sembolüdür. Neredeyse yüzyıllardır her yıl aynı coşkuyla tekrarlanması, bu geleneğin köklerinin ne kadar derin ve kalıcı olduğunu gösteriyor. Giderek dijitalleşen ve doğadan uzaklaşan bir dünyada, Silvan’da yaşatılan bu gelenek hepimize ilham veriyor. İlham vermesi de gerekir. Serê Gulanê, sadece bir tarih değildir. Bir ruh, bir kültür, bir yaşam biçimidir zira.