ÖZEL HABER-Mehmet TÜRK
HDP 27. dönem Batman eski milletvekili ve RTÜK üyesi Dr. Necdet İpekyüz, Güneydoğu Ekspres’e önemli açıklamalarda bulundu. Barışın bir lütuf olmadığını, bu topraklarda birlikte yaşamaya devam edebilmenin tek yolu olduğuna dikkat çeken Dr. Necdet İpekyüz, "Barış bir lütuf değil, bu topraklarda birlikte yaşamaya devam edebilmenin tek yoludur. Ve bu yolda RTÜK’ün yapabilecekleri, en az siyaset kurumunun atacağı adımlar kadar önemlidir. Hak temelli, çoğulcu ve onarıcı bir medya kültürünü hep birlikte kurabiliriz" dedi.
"MEDYA, YA AYRIŞMAYI BESLER, YA DA BARIŞ İÇİN KÖPRÜ KURAR"
Türkiye'nin uzun yıllar süren çatışmalı ortamın verdiği yorgunlukla, barışa olan ihtiyacın daha da gün yüzüne çıktığını ifade eden RTÜK Üyesi Dr. Necdet İpekyüz, "Türkiye’de yıllardır süren çatışmalı dönemlerin yorgunluğu ile barışa duyulan güçlü ihtiyaç yan yana duruyor. Böyle zamanlarda medya, ya kutuplaşmayı büyüten bir araç olur ya da toplumu onaran bir yol arkadaşı. Ekranda kurulan her cümle, manşete taşınan her başlık, sosyal medyada paylaşılan her içerik; ya ayrışmayı besler ya da barış için köprü kurar. İşte tam da bu noktada pozitif entegrasyonalist yaklaşım devreye girmektedir. Pozitif entegrasyon, yalnızca engelleri kaldırmayı değil; aynı zamanda ortak yaşamı güçlendirecek standartları, kurumları ve kuralları inşa etmeyi hedefler. Bu yönüyle, bireyleri ve toplulukları yalnızca “bir aradaö tutmaz; aynı zamanda ortak değerler ve hak temelli ilkeler etrafında daha güçlü bir birliktelik kurar" şeklinde konuştu.
MEDYADA ŞİDDET DİLİNİ AZALTAN ONARICI MODEL
Dünya ve Avrupa Birliği'ne üye ülkelerdeki ortak barış deneyimi ve standartlarını hatırlatan Dr. İpekyüz, "Dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan barış deneyimleri ve Avrupa Birliği’nin ortak standartları, bu yaklaşımın önemini göstermektedir. Bu deneyimler bize, barışçıl bir medya düzeninin; ifade özgürlüğünü koruyan, çoğulculuğu güçlendiren ve nefret ile şiddet dilini azaltan onarıcı bir modelle mümkün olabileceğini hatırlatıyor. Bu nedenle, medya alanında hak temelli gazetecilik yaklaşımı benimsenmelidir" ifadelerini kullandı.
GAZETECİLİĞİN HAK TEMELLİ İLKELERİ
Dr. İpekyüz, hak temelli gazeteciliğin temel ilkelerini de şöyle sıraladı:
- Hak temelli yaklaşım kişi ve grupların onurunu korur, ayrımcılığı yeniden üretmemeye özen gösterir.
- Barış gazeteciliği çatışmayı yalnızca aktarmaz; neden-sonuç ilişkisini açar, çözüm yollarını görünür kılar.
- Çoğulcu temsil şarttır; görünmeyen seslere yer açmak etik bir yükümlülüktür.
- Gerçeğe sadık kalmak, verileri nesnel bir yaklaşımla değerlendirmek ve adil olmak esastır.
- 'Biz–onlar' ayrımına ve düşmanlaştırıcı söyleme karşı her zaman ve her koşulda dostluktan yana olmak ve barışın dilini kullanmak gazeteciliğin temel ilkesidir.
- Toplumsal barış bir günde kurulmaz; ama her gün kurulan küçük bir cümleyle ya güçlenir ya da zedelenir. Barış dönemi yayıncılığının regülasyonu gerekiyor.
NELER YAPILABİLİR
Akademi, sivil toplum temsilcilerinin katıldığı çalıştaylarda nefret söylemiyle mücadele gerektiğini anlatan İpekyüz, nelerin yapılabileceğini şöyle anlattı:
NE YAPABİLİRİZ?
* Ortak akıl toplantıları: Gazeteciler, akademi ve sivil toplumun katıldığı çalıştaylarda medyanın dili, nefret söylemiyle mücadele ve görünmeyen seslerin temsili üzerine somut öneriler üretilmeli.
* Eğitim ve rehberlik: Barış gazeteciliği rehberleri hazırlanmalı; haber merkezleri ve yerel medya için etik yayıncılık ve medya okuryazarlığı eğitimleri düzenlenmeli. Kısa, anlaşılır dijital içeriklerle geniş kitlelere ulaşılmalı.
* Aşamalı farkındalık kampanyası: Önce “barış gazeteciliği nedir, neden önemlidir?ö diyen kısa içerikler, ardından dünyadan iyi örnekler, sonrasında da Türkiye’den başarılı uygulamalar paylaşılmalı.
* Format çeşitliliği: Sadece tartışma programları değil; belgeseller, diziler ve filmler aracılığıyla geçmişle yüzleşen, onarıcı hikâyeler ve diyalog odaklı anlatılar teşvik edilmeli.
ULUSLARARASI PERSPEKTİFTEN DERSLER
Türkiye'de benzer etnik sorunların yaşandığı ülkelerden örnekler veren RTÜK üyesi Dr. Necdet İpekyüz şöyle devam etti: "İrlanda Radyo-Televizyon Kurumu (RTÉ), barış sürecinde iki dilliliği ve kültürel temsili yaygınlaştırarak güven inşa etti. Güney Afrika’da medya, apartheid sonrası dönemde uzlaşma dilini güçlendiren yapıcı haberciliği benimsedi. İspanya: ETA’nın silah bırakması sürecinde nefret dilinden uzak, diyalog odaklı yayınlar barışa destek verdi. Kolombiya: Düzenleyici kurum ANTV, yayıncılara barışa dair bilgilendirici program üretme özendirdi. Türkiye’de RTÜK, benzer bir vizyonu hayata geçirirse, yalnızca denetleyen değil; barışın inşasında doğrudan rol alan bir kurum haline gelebilir.”
“RTÜK YENİ BİR EKOSİSTEM KURMALI”
“RTÜK’ün medya ağır ceza mahkemesi, yargı kurumu olmaktan çıkması/çıkartılması gerekir” diyen İpekyüz, “RTÜK, yalnızca ihlali cezalandıran bir kurum olmakla yetinmemeli, barış gazeteciliğini güçlendiren bir ekosistem kurmalıdır” diyerek, şu önerilerde bulundu:
- Etik yayıncılık rehberleri ve barış odaklı dil kılavuzları yayımlanmalı.
- Haber merkezlerine ve yerel medyaya yönelik sertifikalı eğitimlerdüzenlenmeli.
- Barış odaklı içerikler için teşvik ve ödül programları(ör. “Barış İçin Medya Ödülleri") başlatılmalı.
- Nefret söylemi ve dezenformasyona karşı erken uyarı–rehberlik–düzeltmeadımlarını içeren, şeffaf izleme mekanizması işletilmeli.
İpekyüz “Bu yaklaşım, ifade özgürlüğünü korurken ayrımcılığa karşı toplumu güçlendirir; medyayı da daha nitelikli ve güvenilir kılar. Barışın dili, gazeteciliğin kalbinde başlar. Kullandığımız sözcükler yalnızca haberi kurmaz; yarını da kurar" ifadelerini kullandı.
“MEDYA DİLİ DÖNÜŞTÜĞÜNDE, DEMOKRATİK GELECEK DE GÜVENCE ALTINA ALINIR”
RTÜK'ün sadece yanlış yapanı cezalandıran değil, toplumsal barış ve demokratik çoğulculuğu inşa eden bir hizmet sunduğuna dikkat çeken İpekyüz, şunları söyledi: "Pozitif entegrasyonalist yaklaşım, RTÜK’e yalnızca 'yanlış yapanı cezalandıran' değil, 'toplumsal barışı ve demokratik çoğulculuğu inşa eden' bir kurum olma şansı sunuyor. Medya dili dönüştüğünde, yalnızca huzur değil; adalet, eşit yurttaşlık ve demokratik gelecek de güvence altına alınır. Bu anlayış, farklı toplulukların yalnızca haklarının tanınmasıyla yetinmez; bu hakların ortak demokratik yapılara eşit ve etkin katılımla pekişmesini savunur. Çoğulculuk yalnızca farklılıkları 'tanımak' değil, bu farklılıkların eşit ve onurlu biçimde birlikte var olabildiği zemini kurmaktır. Dilin, kimliğin, inancın ve yaşam biçimlerinin medyada görünür olması, demokratik toplumların nefes kanalıdır. Amaç, parçalanmayı değil; farklılıkları tanıyan, koruyan ve bir arada yaşama iradesini güçlendiren bir birlik fikridir. Kimlikler bastırılmaz, aksine anayasal ve kurumsal güvenceyle toplumsal zenginliğe dönüştürülür.”
Barış için pozitif entegrasyonun bazı temel sütunları olduğuna dikkat çeken İpekyüz, bu sütunları da şöyle açıkladı:
- Anayasal güvence: Anadil hakkı, kültürel haklar ve inanç özgürlüğü.
- Toplumsal hafıza ve yüzleşme: Geçmişin acılarını inkâr etmeden, hakikat komisyonları ve hafıza mekânları aracılığıyla onarmak.
- Eşit yurttaşlık: Devletin etnik ve dini tanımlardan uzak, kapsayıcı bir yurttaşlık anlayışı geliştirmesi.
- Medyada çoğulculuk: Farklı dillerin, seslerin, inançların ve kültürlerin ana akımda yer bulması.
- Yerel ve kapsayıcı politikalar: Çok dilli belediyecilik, kültürlerarası değişim programları.
- Kapsayıcı ekonomi: Bölgesel kalkınmada adalet ve dezavantajlı grupların ekonomik hayata katılımı.
ONARICI MEDYA KÜLTÜRÜ
İpekyüz, son olarak şunları söyledi: “Bu nedenle etik sorumluluk 'doğruyu söylemek' ile sınırlı kalamaz. Gazeteci hakikatin peşinden koşmalıdır. Nefret söylemine alan açmamak, ötekileştirici dili çoğaltmamak, çatışmacı değil barışçıl bir üslup kurmak gazeteciliğin asli ölçütleridir. En kırılgan kesimler-çocuklar, kadınlar, azınlıklar, göçmenler ve mağdurlar-medyanın diliyle ya güçlenir ya da yeniden incinir. Medya, ortak hafızayı inşa eder, yarına dair umudu da kaygıyı da büyütebilir. Barış bir lütuf değil, bu topraklarda birlikte yaşamaya devam edebilmenin tek yoludur. Ve bu yolda RTÜK’ün yapabilecekleri, en az siyaset kurumunun atacağı adımlar kadar önemlidir. Medya, kutuplaşmanın değil, birlikte yaşamanın dili olmalıdır. Hak temelli, çoğulcu ve onarıcı bir medya kültürünü hep birlikte kurabiliriz.”