Kimi zaman deli gibi görürler hayatı, kimi zaman gülüşmeleri özlerler, kimi zaman da suskunluğa tanık olurlar. Bazen anlamsız kızgınlığa ve öfkeye ve nedensiz ağlayışlar gibi nedensiz sevinçlere…

Ama artık gülüşmelerden çok, suskunluğu sevmeye başladık. Suskunluğun ve yalnızlığın vermiş olduğu ürkeklikle yaşamak zorunluluğu beleğimize yerleşmiştir.

Vazgeçilmez benliği, insanın kendisini yitirip yeniden var etmesi ne demek bilebilir miyiz?

İnsanoğlu yalnızlığa yakınlaştıkça mutluluktan uzaklaştığı birçok anları vardır. Çünkü bir Can’ın yitirilmişliğiyle nasıl mutlu olunabilir. Bir ömür tüketiriz ve kimsenin haberi olmaz. Oysa çığ düşmüş üstüme, donuk bakışlarla, kısık sesimle, titrek ellerim, renksiz gülüşümle, hep zamansız ağlayışlarımda buldum teselliyi. Şimdi çaresizliğin kucağına düşmüş, yardım elli bekliyor ölümsüz bedenim. Göğsümü sarmalayan sancılarını çekiyorum sabahın ilk ışıklarında. Güneşi beklemeden çekip gitmiştim uzak diyarlara. Bilinmeyen evin gölgesinde bulmuştum kendimi. Suskun ve yalnızlığın vermiş olduğu ürkeklikle yaşamak acıtıyor oysa bedenimizi ve bir Çocuğa sormak gerek terk edilmişliğin ne olduğunu…

Büyümenin ne olduğunu bilmeden kendi başına büyüyebilmek… Yüreğindeki yaşanmamış ve yaşatılmamış duyguları acıyla yaşamak, cevapsız susturulmaları ve anlamsız gidişlerine

kime sorabilir? Neden terk edildiğini, kim cevap olabilir? Nedensiz terk edilmişliği, yaşamın baharındaki bahar ayında terk edilmiş çocukluğunu;

kime sorabilir...

Kim cevap olabilir öksüzlüğüne, toprak evinin rutubet kokusuna,

Ekmek parası olmayan yoksulluğa, okul kapısı görmemiş boş beslenme çantasını,

Kim doldura bilir? Kendisine bakamayacak kadar küçüklüğüne ne demeli…

Özlem duygusunu tarif edemeyecek kadar küçük, derdini anlatamayacak masum, neresinin ağrıdığını bilmeyecek kadar ürkek, gözlerinde akan yaşları silemeyecek kadar öksüz ve korkuyla yeni yüz yüze gelmiş titrek sesi, aydınlığa henüz kavuşamamış, karanlıkla yeni tanışmış bir çocukluk...

Peki, kardeşlerini terk eden bir tek o'mu? Onlar da terk edilmedi mi?

Kardeşlerine abla veya ağabey mi? Anne ya da baba mı olmalı? Kendisinin de onlar gibi terk edildiğini görmesi, zamansız terk etmelerinin kızgınlığını nasıl anlata bilir ve ikna edebilir? Çekilmez ağlamalarını nasıl sustura bilir…

Öte yandan, cevapsız sorularının cevabını kime sorabilir?

Cevap töre mi? Toprak kavgası mı? Yoksa eline silah verilmiş vatan hainleri mi? Sevgiye, şefkate doyamamış

annenin kutsallığını yasayamamış, ölümün ne olduğunu bilmeyen, anneler ve babalar gününde mezarına çiçek koyarak sevgisini dile getirmeye çalışan küçücük bir çocuk

nasıl anlaya bilir? Anlatılması güç…

TORE, TOPRAK ve SILAH yoksa KARDEŞ kavgası…