Bugün biraz felsefe yapalım derken sakın bilgiçlik taslayacağımı sanmayın. Amacım asla felsefeden dem vurmak değil.

Gerçi bizim zamanımızda liselerde Mantık, Felsefe ve Sosyoloji dersleri vardı. Yıl 1964. Sanıyorum 1970lere kadar da vardı.

Yani felsefeye çok da yabancı değilim bizim nesil. Ama yine de amacım derin felsefe yapmak değil, bilinsin isterim.

İnsanları, bilhassa gençleri bu kör dövüşlü çıkmaz sokaklardan kurtarmak az da olsa düşünmeye, araştırmaya sevk etmektir birincil amacım.

Bu böyle biline.

Şimdi gelelim bugünkü konuya.

Doğa kendine özgü ve de gerekli, değişmesi olası olmayan kurallarla kendini öyle dizayn etmiş ki akıl alası değil. Onu anlamak için çok büyük ilim ve irfana da gerek bırakmamış. Biraz düşünmek yetiyor gerçekten.

Anlaşılması için zor koşullar ortaya koymamış zaten.

Tabi ben işin bilimsel tarafında değilim.

Biraz romantik, biraz duygusal…

Biraz da merak uyandırmak.

Sormaya araştırmaya yöneltmek.

Gelin hep beraber denizi seyredelim. Bilmem kaç bin grostonluk gemilerin kızakta kayar gibi yol alışlarını, dünyanın yuvarlaklığını kanıtlamak için görünüş ve kayboluşlarını izleyelim. Dalgalara kafa tutuşlarını, kâh gürleyip kâh saf u rakit hallerini hayranlıkla gözleyelim.

Yer çekimine bağlamışız.

Yeter mi?

Peki on binlerce ton ağırlığında, saatte bin kilometre hızla uçan uçaklara ne diyeceğiz.

Kuzey kutbunda yüz binlerce ton buz dağı bulunurken güney kutbunda kızgın güneşin etkisiyle tuzla buz olmuş kum dağlarını düşünelim.

Güneşin bazen yakıcılığının yanında bazen üşütebildiğini…

Dönerken güneşten uzaklaşıp ve yaklaşımına bağlamışız.

Yeter mi?

Yalnızca bu mu?

Bütün bunlar yalnızca Kuzey kutbunda olmuyor. Altımızda yani güney kutbunda da aynen burada olduğu gibi hayat devam ediyor.

Tabi onlarda bizim gibi. Başaşağı yaşamıyorlar. Aşağı düşmüyorlar. Denizler, nehirler boşluğa akmıyor.

Daha neler neler.

Bunlar ilk aklıma gelenler…

Okumakla yetinmeyelim.

Biraz araştıralım.

Toprağın üstündekilerinin neredeyse onlarca misli canlıların denizde yaşadığını, hayvanların neden birbirlerini yediğini derince düşünelim.

Büyük balık küçük balığı yer sözüyle geçiştirmişiz.

Yeter mi?

Yalnızca bu kadar mı?

Dev suların; önüne gelen asırlık ağaçları bile kökünden söktüğünü, duyuyor, okuyor ya da bazen görüyoruz.

İnsandan uzak olsun yeri sürüp süpürerek gökyüzüne taşıyan hortumları dehşetle izliyoruz.

Allah’ın hikmeti diye geçiştiriyoruz.

Yeter mi?

Ötesi yok mu?

Güneş doğarken gökyüzü mavi, batarken turuncu oluyor; hiç dikkat ettiniz mi?

Sakın ee ne olmuş, ışığın kırılması demeyin.

Bu cevap yetmez.

Başka izahı yok mu?

İnsanın aslında bir ışık kaynağı olduğunu ve bu ışık dokunduğunda o şeyin üstünde durur. Ve hassas kameralarla bu görüntülenir.

Sakın hadi be sen de demeyin.

Bu cevap yetmez.

Çünkü bu bir gerçek…

Hadi bu günden itibaren olanaklarımızın el verdiği kadarıyla araştırmaya başlayalım.

Kolay gelsin…

Belki o zaman kolay aldatılmaz, kolay inandırılmaz ve kolay istismar edilmez, sömürülmeyiz.

Bütün bunlar birer gerçek.

&

Türkiye ne zaman düzelir?

Birbirini yemekten vazgeçip; yukarıdaki anlatılanlara ve daha fazlasına kafa yormaya başlayınca düzelmeye yüz tutar.

&

Şimdi sıra haftanın öğüdünde.

Kirveme öğütler;

Kirvem;

Şeyh Edebali

On üçüncü yüzyılda söylemiş;

Görgüsüzle dost olma

Yol bilmez,

Yordam bilmez,

Kural bilmez,

Üzülürsün…

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

2021 yılı DİYARBEKİR YILI olsun

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Sur içi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski adlarından biri, SUR İÇİNE VERİLSİN.

Eski stadyumun yeri ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerine yakışır bir biçimde yapılsın.