Güzel Anam... Hani geçenlerde, beraber kahvaltı yaparken, lokmanın ağzımda düğümlendiği bir şey sormuştun ve ben, bir türlü unutamadığım ve bu cevabını veremediğim sorun  "DIL ÇİYE?"

Yani bu gönül, yani yürek, yani kalp ya da aşk hangisini demek istemiştin? Söylerken hem gülüyordun, hem de gizliden gizliye utancını gizlemiştin.

Bazı arkadaşlarının eşlerine âşık olarak evlendiklerini, sana sorduklarında ise, sen de onlara, “bilmiyorum vallahi körü körüne verdiler beni” demiştin.

Ben, seni büyük bir keyifle dinliyordum; ama sessiz kalmamla birlikte içimden, derin oflar geçiriyordum. Ana, aşk nedir bilmesen de; sen sevmek için bir ömür adamışsın. Yıllarca yalnız başına onurlu bir kadın olarak değerini bilmeyen babamın uğruna saçını süpürge etmiş, kötü söze maruz kalmış, otuz beş yıl süren bir hastalığın esiri olmuş ve yer yordam dinlemeden, başını taş duvar demeden oraya buraya vurmuş, saçlarını yolmuş, çenen kitlenmiş, kimi zaman ağıtlarınla bizi gözyaşlarına boğmuşsun. Kimi zaman sesin soluğun kesilirken, hiç unutmam o bakışlarını ve etrafına bakarken tanımazdın evladını.  Ben senin bilinmez aşksız yara tutmuş yüreğini sözlerinde, sen ise benim yürekten çektiğim dertleri, yaraları,  gözlerimden anlıyordun.

Ana belli ki aşkın yolunu gözlüyorsun, kim bilir belki de her zaman hem hayalini kuruyorsun, hem de babama dönüp yabancı bakışlarla, “aşık olsaydım şimdi sana bakışım nasıl olurdu“ diye kendince aşkı bulmaya çalışıyorsun. Ana sen evlat aşkını iyi bilen anlayan, yüreklerinde ne sızılar, süzgeçlerinden geçtiğini bilen yüce analardan bir tanesisin ve bilesin ki sonsuz aşk bir evlat aşkı, bir de yüreklerde yarım kalan gönül aşkı…

Ana isterdim ki, bilgisayarı kullanabileydin; ama sen ne aşkla ne de alfabeyle tanıştın…

En azından alfabeyle tanışmış olsaydın anlamadığını ‘google’den bakardın.

Ana aşklar, gönüller, sevdalar aslında arkadaşlarının sana anlattığı gibi çok zor da değil şimdilerde.

Zamane aşıklar Maraş’tan gelirken hediye diye şeker alırlarmış, bayramlarda kokular sürerlermiş, sevdiğini görünce ya yüzünü gizlerlermiş, ya da kapı arkalarında gizlenirlermiş.

Daha önce insanlar aşık olurmuş, şimdi sevişiyorlarmış.

Anlayacağın, aşk bugün büyük bir heyecanla, hızla başlıyor, yarın habersiz bitiyor. Kimin umurunda emek, değer, saygı. Anlayacağın aşkın devri değişiyor...

Ferhat aşkı uğruna dağları delmiş, Mem-u-Zin birbirleri uğruna canlarını vermişler.

Şimdilerde aşklar ya bloke ya da deleteye uğramışlar.

Bizde aşklar hiç bir zaman tek dil olmamış, eskiden Kürtçeye karışmış Türkçe dili, şimdilerde Türkçeye karışmış İngilizce dili. Kendimizce gittikçe modernleşiyoruz oysaki bütün değerler yitirilmiş kapitalizmin insanı katletmeye çalıştığı bir dünyada. 

Ana, şimdilerde aşklar oyun olmuş bilgisayarlarda oynanılıyor, eskilerde elektrik, televizyon yokken eğlence yerine yorgan altında sevişmeler ve doğan her çocuktan kazanılan puanlar oluyormuş.

Bilmiyorum ne kadar beni anladın ama diyeceğim şudur ki;  "Dıl" her neyse,  ya şeker kadar tatlı oluyor, ya da biber kadar acı oluyor, ya ciğerini yakıyor, ya da ateş tutuşuyor. “Ez ji nızanım dıl çiye? “Tek bildiğim DERDE DILAN PIR GIRANE. Anlatılmaz, yaşanır.

Sen yasamamışlığın özlemindesin ben ise gözlerimin daldığı yerdeyim.

DERDE DILAN PIR GIRANE.