Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili Okurlarım.

Diyarbekir’e gittin. Yediklerin, içtiklerin sana kalsın. Sen bize izlenimlerini yaz diyorsunuz.

Bizde bu hasutluk/çekememezlik varken deyi değiştirebiliriz ki…

Diyarbekir’e ne denli bir katkı sunabiliriz ki…

Herkese bir kulp takarak nereye varabiliriz ki…

Yok hemşerim yok. Biz bu kaafayla bir yere varamayız, Diyarbekir’e bir katkı sunamayız.

Önce kendimizi seveceğiz, ey valla ama sonra insanı seveceğiz, insanlığı seveceğiz ve dahi Diyarbekir’i seveceğiz.
Belki bir kısmınız bana bu yazımdan dolayı kızacaksınız. Ama yine de yazacağım. Hani fikir özgürlüğü adına yazacağım.

Öyle sanıyorum ki benim hemşerilerimin birçoğu, birbirini yemekten çoğu kez yemek yemeyi bile unutuyorlar. Birbirlerini çekememekten, tespih çekmeyi bile hatırlamıyorlar. Bir yerlere gelmişse bir diğeri, hemen şöyle demeye başlar;
“Kızıl kurt, sanki başımıza olmuş vali.”,
“Sanki şahti, olmuş şahbaz.” ,
“Dı get sen de lo, beş paralık adamı başımıza ettin taç.” ,
“Mübarek sanki bulunmaz Hint kumaşıdır.”
Bilmem daha sayayım mı?
Bu saydıklarım daha RTÜK’e takılmayacak olanlardır.
Biri ondan güzel resim yapıyorsa ya da ondan iyi şiir, yazıyorsa, takdir yok.
Heç bele olur mi?
Mutlaka bir kulp takmak yoluna gideriz…
Bir hemşerimiz devlet kademesinde ya da özel sektörde bir yerlere gelmişse, hemen;” De bırak lo yağcı herifin biridir. Kim bilir kaç kıç yaladı da oralara geldi.”
Hiçbir Allahın kulu demez; bir yerlere gelmişse onu destekleyelim, el eli yıkar gün gelir el, gel döner Diyarbekir’e katkı sunar. Diyarbekirliye bir faydası olur, demez, demeyiz…
Heç olır mi öle…
Haset diz boyu.
Bu haset değil midir, Diyarbekir’i geri bırakan.
Bu nedenle değil midir; son zamanlarda bir ressam, bir şair ya da iyi bir siyaset adamı yetişmiyor. Yetişmek üzere olanlara da yapmadığımız kalmıyor. Onlar da kadük kalıyorlar.
Olan Diyarbekir’e oluyor.
Olan Diyarbekirliye oluyor aslında.

&

YAŞAMAN LAZIM;

MASKE TAK,

KIŞ GELDİ;

MESAFEYE ÖZEN GÖSTER,

KENDİNİ ve ÇEVRENİ TEMİZ TUT.

Hurafelere kulak asma.

MASKE TAKMA ALIŞKANLIĞINA

DEVAM ET.

Çünkü

Geçmiş bir şey yok.

&

Haset insanın, ne kendisine ne de çevresine hiçbir yararı olmaz. Ancak olacakları bozar, yetişmeyi engeller.
Bu hasetten değil midir ki gözümüzün önünde Diyarbekir eriyip gidiyor ama göremiyoruz. Yedi yıldır; gelenlerinden bi haberiz.
Sanki biraz da “Rab bana, hep banacı mıyız, ne…
Diyarbekir’e son gelişimde, Sanat Sokakta tesadüfen görüştüğüm bir yaşlı amca söylemişti bu sözü. Hatta bir de” Beğim bizler ayrıca çok da kurreyiz.” diye eklemişti.
İnanın yukarıda anlattıklarım olumsuzlukların birazı olsun bizim yüreğimizde var. Gönlüm isterdi olmasın ama ne yazık ki var.

&

Ödüller, yaşayanlara verilmelidir, yaşayanlar bu ödüllerle biraz rahat yüzü görmelidir, yoksa öldükten sonra onları ödüllendirmeyi anlamlı bulmak olası değildir. Bir işe de yaramaz zaten.
Takdir etmeyi, içimize sindirebilsek… El ele vermeyi bir öğrenebilsek.

Ahh ahh, bir HER ŞEY DİYARBEKİR İÇİN demeyi becerebilsek…

Birazcık insanları sevsek.

Birazcık hasutluğu /çekememezliği bırakım taktir etmeyi becerebilsek…

Birazcık “Rab bana, hep banacılığı bir tarafa atabilsek…

Birbirimizin kuyusunu kazmak yerine birbirimize el verebilsek, bel verebilsek; işte o zaman Kayseri oluruz, Antep oluruz, Manisa, Edirne oluruz.

&

Sayın Valim,

Barışın şehri Diyarbekir’in

tarihi köşklerine bir el atın.

Sahip çıkın.

&

Şöyle diyeyim; hiçbir tarihte bırakın farklı partilerden, aynı partiden milletvekilleri bile bir araya gelip günün başbakanından Diyarbekir için bir şey istediler mi? Merak ediyorum.

Hiç kol kola girip şehirde yürüdüler mi? Ben bilmiyorum. En azından iktidar partisi milletvekilleri, el ele verip günün başbakanına, Diyarbekir için bir şey istemeye gittiler mi? Ben anımsamıyorum.

Cumhuriyet tarihinde; bu yatırımı ben ya da biz Diyarbekir’e getirdik diyen bir milletvekili var mı? Bu yaşıma geldim ben görmedim.

Dilerim bundan sonra olur.

Tabi bu yazımdan; Dr. Yusuf Azizoğlu büyüğümü ayrı tutuyorum. Yeri aydınlık olsun.
Dediklerime kızıyorsunuz belki ama işte her şey ortada.
Yedi yıldır;

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Sur içi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski adlarından biri, SUR İÇİNE VERİLSİN.

Eski stadyumun yeri ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerinin aynısı/tıpkısı bir biçimde yapılsın.

Ve sevgili meslektaşlarım, dernek yöneticileri, STK Yöneticileri; Zerzevan Kalesi, Çayönü, Mitras Tapınağı, Kortik Tepe, Hilar Mağaralarını ve Bırkleyn Mağaralarını koruyalım, tanıtalım, gün yüzüne çıkaranları sahiplenelim.” diyorum,

Bu isteklerim için kim ne yaptı?

Kim bu isteklerime bir nebze katkı sundu. Kalem oynatan var mı? Ama Dı get lo. Ona kim kulak asar, kim onu dinler, diyeniniz çok.

Halbuki bu yazılarıma el verseydi, destek verilseydi, katkı sunulsaydı Diyarbekir bu halda mı olurdu?

Yedi yıldır yani yedi tane üç yüz altmış beş gündür, birbirimizi yemekten, köşe kapmaca oynamaktan bu konu üzerine eyilememişiz.
Yazıklar olsun bize.
Yazıklar olsun Diyarbekir’e bigane kalan yazara, şaire, gazeteciye. Haksız mıyım Allah aşkına.
Şimdi sorsam kim Diyarbekir’i seviyor diye? Sırayla söylemeye kalksak asla bana sıra gelmez.
Hemen aklıma gelmişken söyleyeyim; bir avuç da olsa bencileyin Diyarbekir sevdalılarını ayırıyor, yüreğimde saklıyorum.
Sonuç;
Bu günler; el verme, bel verme, bir olma günüdür. Yeni ufuklara yelken açma günüdür.
En azından yeni ufuklarda ne var onu görme günüdür.

Sonuç;

Size bir şey söyleyeyim mi?

Bu olan bitenlerin;

KİMSE FARKINDA DEĞİL!

Devam edeceğim…

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.