Kürt sorununun çözümü için kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 14’üncü toplantısında aktarımda bulunan Hak İnisiyatifi Derneği temsilcileri Fatma Bostan Ünsal ve Mehmet Akif Koçer hukuki ve yasal düzenlemelerin süreci ileriye taşıyacağına işaret ederek yeni infaz düzenlemesi ve anayasa çalışmalarının gerektiğine dikkat çekti.

Salonu Kürtçe selamlayarak konuşmasına başlayan Fatma Bostan Ünsal Kürt meselesinin Türkiye’nin en yakıcı meselelerinden biri olduğu vurgusunu yaparak, “Kürt meselesinin çözümü için birlikte gösterdiğimiz bu irade gelecek nesillerin kardeşçe yaşayabileceği bir Türkiye için umut geliştirecek. Ancak bu umut aynı zamanda derin bir acının içinden konuşmaktır. Yalnızca silahların değil, kalıpların ve kalıplaşmış zihinlerin de değişimini gerektiren süreçte görüşlerimizi ifade ederken öncelikle şu hususları belirtmek isteriz; Komisyon çalışmalarında kendi dilinde konuşmak isteyen annenin konuşturulmamasını, sürecin daha başında adil olmayanın görmezden gelindiğinin göstergesi olarak gördüğümüzü bildirmek isteriz. Türk, Kürt, Arap kardeşliği gibi sınırlı söylemler diğer halkları dışlamakta Çerkez, Alevi, Boşnak, Suriyeli, Ermeni gibi çok sayıda topluluğun kendini dışarıda hissetmesine neden olmaktadır. Bu tutum bu kesimleri sürece yabancılaştırmaktadır. Bütün kesimlerin sürece dahil olacağı bir dil kullanımının sürecin başarısı için hayati önemde olacağını hatırlatmak isteriz” dedi.

‘SÜREÇ YALNIZCA ÇATIŞMANIN BİTMESİ DEĞİLDİR’

Sürecin yalnızca çatışmanın bitirilmesi için değil, toplumun bir arada yaşayabileceği bir ortamın oluşmasına eğilmesi gerektiğine dikkat çeken Fatma Bostan Ünsal, “Bu itibarla haklarının ihlal edildiğini düşünen ve giderek büyüyen kesimlerin güvenini kazanacak adımların zaman geçirilmeden atılması gerekiyor. Yine 2013 sürecinin bozulmasıyla yaşananların ardından sürece destek çok yüksek olmasına rağmen tereddütlerin yoğun olmasını dikkate alan bazı tereddütleri giderecek tutum içinde olunması gerektiğini ve toplum olarak aynı hatalara tahammülümüzün kalmadığını da hatırlatmak isteriz. Türkiye'nin Suriye'deki gelişmelere karşı barışı teşvik edecek politikaların yanında olmasının stratejiyi destekleyeceği aksi durumda sürece zarar vereceği ve halklar arasında kalıcı güvensizlik yaratacağını hatırlatmak isteriz. Evet, siyaset çözümün ana maddesidir. Türkiye Kürt meselesini ilk kez tartışmıyor. Ancak son olmasını umuyoruz. Yaklaşık bir asırdır süregelen bu mesele her dönem başka biçimlerde gündeme gelmiştir” diye belirtti.

DEM Parti: AİHM'in Demirtaş kararına itiraz çözümsüzlükte ısrardır
DEM Parti: AİHM'in Demirtaş kararına itiraz çözümsüzlükte ısrardır
İçeriği Görüntüle

‘BARIŞ BİRLİKTE YAŞAMA SANATIDIR’

Kürt meselesinin eğitime, kent yaşamına, yerel yönetimlere ve dijital alana kadar birçok alana sinmiş olduğuna işaret eden Fatma Bostan Ünsal, “Bu toplumsal anlaşma, çözümün de yalnızca teknik değil, siyasal, kültürel ve vicdani düzeyde gerçekleşmesi gerektiğini göstermektedir. Her başarısızlık çözümün adresinin ne olmadığını gösterdi. Her bastırma girişimi hafızayı büyüttü. Her inkar direnişi besledi ve artık açıkça söylemek gerekir ki; Çözümün tek adresi siyasettir. Ancak siyaseti çözüm adresi olarak göstermek onun kolay olduğunu söylemek değildir. Aksine siyaset, müzakere, karşılıklı tanıma ve rahatsız edici gerçeklerle yüzleşme cesareti ister. Siyaset aynı zamanda eylem ve icraat gerektirmektedir. Geçtiğimiz yıllar bize gösterdi ki; Türkiye'nin gelecekteki istikrarı ve farklılıkları inkar etmekte değil onlarla birlikte yaşamayı öğrenmektedir. Asıl zorluk, bir Kürt meselesinin olup olmadığı değil, bir ortak ulusal varlık olarak bu gerçekle birleşmeye cesaret edilip edilmeyeceğidir. Bu yüzden diyoruz ki, çözümün adresi siyaset olmaya devam ediyor. Barış hem gerçekçilik hem de hayal gücü gerektiren, çoğu zaman sinir bozucu ama yegane tek seçenek olan birlikte yaşama sanatıdır” dedi.

‘İNFAZ DÜZENLEMELERİ BİRAN ÖNCE YAPILMALIDIR’

Cezaevlerinde bulunan hasta tutsaklar için infaz düzenlemelerinin biran önce yapılması gerektiğini belirten Fatma Bostan Ünsal, “İnfaz düzenlemesindeki ayrımcılıklar nedeniyle, uzun yıllar haklarına ulaşamayan, hasta ve yaşlı tutuklulara yönelik ayrımcı uygulamanın kaldırılması sürece güveni de arttıracaktır. Barış önce ceza hücrelerinin kapısından başlamalıdır. Bunun bir lütuf değil, geç kalmış bir borç olduğunu hatırlamalıyız. Eşitlikçi ve infaz esası çıkarılmalı, uygulamadaki keyiflilikler önlenmelidir. Siyasi mahpuslara yönelik ayrımcılık yalnızca birey değil, temsil ettiği kimliğe yöneliktir. Siyasi mahpuslara yönelik ayrımcı uygulamalar nedeniyle geçmişte ve Covid döneminde şiddet kullanmış mahkumlar bile denetimli serbestlikten faydalanarak erken tahliye olurken siyasi mahpuslar ve hatta hükmü kesinleşmemiş, tutuklu olarak yargılananlar bu düzenlemeden faydalanamamıştır. Yine ayrımcı uygulamalar nedeniyle umut hakkı çerçevesinde Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını uygulamakta sıkıntı çekmekteyiz. Kısaca siyasi mahpuslara ayrımcı uygulamaya sebep olan düzenlemeler kaldırılmalıdır” diye konuştu.

‘İGK ANAYASA’NIN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRIDIR’

İdare ve Gözlem Kurallarının (İGK) uygulamalarına işaret eden Fatma Bostan Ünsal, “Bu durum Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu ayrımcılığı ortadan kaldıracak adımlar atılmalı, infaz uygulamalarında idari kurulların nezret kullanmasının önüne geçirilebilir. Bir infaz düzenlemesi ile ayrımsız tüm siyasi mahpusların özgürlüklerine kavuşmaları toplumun beklentisidir ve bunun sağlanması halinde barış sürecine olan inanç pekişecektir. Anayasa eşitlik ilkesini ve mahpusların ve cezaların şahsiyeti gibi binlerce yıllık bir ilkeye aykırı olan ayrımcı önlemler bir nevi komisyonumuza çizilen sınırlar dikkate alınmadan ayrımsız bir infaz düzenlemesi sağlanmalıdır” ifadelerini kaydetti.

‘ANAYASA YALNIZCA TEKNİK DEĞİLDİR BİR UZLAŞMADIR’

Düzenlenecek yeni bir Anayasa’nın bütün farklılıkları kapsaması gerektiğine vurgu yapan Fatma Bostan Ünsal, “Yeni Anayasa yalnızca teknik değil, bir uzlaşmadır. Çoğulculuğun tanındığı, saygı gösterildiği bir hukuktur. Bunu yok sayan ve Türkiye'nin zengin çeşitliliğini de göz ardı eden, tekçi vatandaşlık tanımını yerine vatandaşların etnik kökenine referans vermeyen kısaca anayasa vatandaşlık ilkesine dayanması gerektiğini belirtiriz. Ayrıca yerel yönetimlerin güçlendirilmesini sağlayacak ve yine anadilinde eğitimi de gündeme alınması gerektiğini vurgulamak isteriz. Adalet mülkün temelidir ilkesi ile hukuk devleti ilkelerini işler hâle getirmek gerekir. Son günlerde oldukça sık karşılaştığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ya da Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması hukuksuzluktur.

‘TMK KALDIRILMALIDIR’

Devletin yurttaşlara anadilinde seslendiği zaman barışın doğru bir şekilde duyurulmuş olacağına dikkati çeken Hak İnisiyatifi Derneği temsilcisi Koçer ise “Tüm farklı kimliklerin devlet tarafından açıkça kabul edilmesi ve yasal korunmaya alınması gerekir. Kürtçe halen okulda yok. Sanatçı için sokak riskli, tiyatroda engelli, bu diller halkın kültürü bu ülkenin gerçeğidir. Eğitim sistemi farklılıkları bastırmak için değil, gönüllü kılmak için düzenlenmelidir. Kalıcı barışın tesisi için terörle mücadele yasası kaldırılmalıdır. TMK terörü şiddet ile sınırlamadığı için son derece sınırlanan hususların terör ile yargılanmaya bahane olabildiği ve bu nedenle sayıları milyonlara olan davaların açılması sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrıca, yargı ve güvenlik bürokrasisinin bu konularla aşırı meşgul olması nedeniyle toplumu gerçekten tehdit eden gerçek suçlara zaman ayrılamamış, yaygın şiddete maruz kalan bir toplum gerçeğiyle karşı karşıya kalmış bulunuyor. Bu nedenle birkaç cinayete karışan zanlının onlarca başka suç kapsamında aranmakta olduğu çok sıradan Türkiye haberlerini görebiliyoruz.

Yine ceza kanununda bulunmayan irtibat ve İktisat gibi tabirlerden kaynaklı suç oluşturmayan hususlar nedeniyle yüzbinlerce insanın terör örgütü ile iktisatlı olduğu ileri sürülüp yargılanması ve cezaevine konulması söz konusudur. Dolayısıyla barışçıl taleplerin suç kapsamına alındığı ülkede barış değil suskunluk olur. Bu itibarla terörle mücadele yasası ya kaldırılmalı ya da şiddete ilişkin çok somut ölçütlere konulup adaleti önceleyen bir ceza hukukuna geçilmelidir. Silah bırakmış kişilerin entegrasyonu için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır” dedi.

‘SURİYE POLİTİKASI SÜRECİ ZEHİRLEMEKTEDİR’

Türkiye’nin Suriye politikasına da değinen Koçer, “Suriye'deki Kürtlere yönelik düşmanlık içerideki süreci zehirlemektedir. Aynı halkı içeride tanıyıp dışarıda tehdit ilan etmek çifte standartlı bir yaklaşımdır. Barış tutarlı olmayı ister! Türkiye'nin Suriye'deki Kürtlere yönelik politikası yalnız stratejik bir hata değil, barış sürecini doğrudan zehirleyen bir çelişkidir. Suriye'deki Kürtlerin özellik taleplerine karşı çıkmak değil, bu talepleri anlamak ve saygı göstermek ve diyalog ile bir ittifak sağlamak icap eder. İşte barış isteyen dışta savaş dilini bırakmalıdır. Farklı kimliklerin Kürtlerin, Arapların, Çerkezlerin, farklı kimliklere tehlike olarak gelen ve inkar eden eğitim politikalarından vazgeçilmelidir. Kürtleri şaki, eşkıya ve hain olarak gören resmi tarih anlayışı terk edilmelidir. Kürtler başta olmak üzere Anadolu'daki diğer halkların ve inanç topluluklarının kültür ve değerleri eğitim müfredatına dahil edilmelidir. Ülkeyi her türlü farklı kimliğin, kendini özgür ifade ettiği ve onun içinde yaşadığı bir vatana dönüştürmek hepimizin sorumluluğu ve borcumuzdur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürtlerin, Türklerin, Arapların, Çerkezlerin ve eşit yurttaşlık temelinde tüm vatandaşların devleti olmalıdır” ifadelerini kullandı.

Kaynak: MA