Türkiye'nin 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerine derin bir ekonomik krizin gölgesinde gitmesine rağmen, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı seçmen davranışında köklü bir değişime yol açmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üçüncü kez seçilirken, AK Parti de oy kaybetmesine rağmen seçim sonuçlarına göre 'kitle partisi' olma iddiasını sürdürdü.

Ekonomik göstergelerin seçmen davranışında tek başına tercih değiştirmeye sebep olmaması, Türkiye’deki kutuplaşmanın son 13 yılda giderek derinleştiği ve bunun da sandık başında etkili olduğu yorumlarını beraberinde getirdi. Araştırma şirketi KONDA’nın geçen hafta paylaştığı seçim analizi de, siyasi partilerin tabanlarının son 13 yılda epey sınırlı bir hareketlilik gösterdiğini ve esasında kimlikler üzerinden mevzilendiğini ortaya koydu. Hemen her siyasi partide eleştiri ve özeleştiri süreçlerinin devam ettiği bugünlerde, KONDA’nın raporu siyasetin kutuplaşma üzerine de düşünmesi gerektiğini gösteriyor.

“Kutuplaşma” sözcüğü Türkiye’nin bir yarısı için akla muhalefeti, diğer yarısı için de iktidarı getiriyor. Peki kutuplaşmanın sorumlusu tek başına Erdoğan mı? Muhalefetin de sorumluluğu var mı? Kutuplaşmayı aşmak, toplumsal uzlaşmayı sağlamak mümkün mü?

Kimlik ve kültür alanına dair çalışmaları olan Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. A. Nevin Yıldız artıgerçek’ten Osman Çaklı’a konuştu.

 ‘SİYASET KİMLİK ÜZERİNE İNŞA EDİLİYOR’

Doç. Dr. Yıldız, söz konusu siyasetin, partiler ile seçmenleri arasında güçlü bir duygusal bağ oluşturduğunu ve bu bağın ekonomik koşulları aşan bir durum olduğunu söylüyor. 

Yıldız, “Özetle bazı parametreleri sırf iktisadi koşullara bakarak anlamak mümkün değil. Kimlik ve kültür eksenindeki saflaşma bu seçimlerin de büyük oranda belirleyeni oldu diyebiliriz. Son KONDA raporunu okumadım ama öncekilerde de benzer bir sonuç çıkıyordu; Türkiye’de siyaset bir kimlik siyasetine dönüşmekte ve bu siyaset toplumu farklı kamplara ayırarak kendini de toplumu da yeniden üretmekte” dedi.

MUHALEFETİN SEVGİ VE HELALLEŞME KAMPANYASI

Dünya ölçeğinde de hem devlet aygıtları açısından hem sivil toplum açısından bu çağın temel siyaset yapma biçiminin 'kimlik' olduğunu düşünen Yıldız’a göre, söz konusu kimlik siyaseti parçalı ve özgürleştirici yapısı gereği farklı toplumsal kesimlerin birbirine eklemlenmesine hizmet etmeli:

"Ancak ne yazık ki, Türkiye özelinde bu eklemlenme en azından son 10 yıldır yok. Adına 'ortak iyi' dediğimiz ve tüm yurttaşların üzerinde uzlaştığı bir dizi normun ya da başlığın ve hatta etik ilkenin olmayışı bizim açımızdan kimlik siyasetini hayli tehlikeli hale getirmekte. Bu da KONDA’nın araştırma verilerinin de gösterdiği gibi, seçmen kümeleri arasındaki geçişleri çok sınırlıyor. Dahası, siyasilerin siyaset yapma biçimindeki kapsayıcılığı da çok sınırlıyor. Son kertede muhalefet bunu gördü ve bu yüzden zaten bir ‘Sevgi’ diliyle ve ona eşlik eden bir helalleşme söylemiyle yola çıktı.”

‘CHP DEMOKRAT PARTİ'DEN BERİ HİÇ İKTİDARA GELMEDİ AMA...’

Türkiye’de Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri CHP geleneğine mesafeli duran bir kitle olduğunu hatırlatan Yıldız, bu kesimin kendi aile geleneğinden, sosyolojik ve kültürel geçmişinden devraldığı duyguları olduğunu söylüyor:

"Bakın özellikle duyguları kullanıyorum çünkü tırnak içinde saf bir rasyonel akılla çözümlenecek bir şeyden bahsetmiyorum. Zaten bunu sokak röportajlarında da gördük, geçmişte ve günümüzde var olan her olumsuzluğun yurttaşların bir bölümü tarafından ‘CHP iktidarına’ yüklendiğine sık sık rastladık. Oysa CHP, Demokrat Parti iktidarından beri hiç iktidara gelmedi. Ve fakat özellikle mütedeyyin kesim AKP iktidarına kadar CHP zihniyetinin hakim olduğuna, yani devleti bu zihniyetin yönettiğine çok emin. Ve ‘CHP zihniyeti’ olarak adlandırdı şey aslında seküler, kentli ve orta sınıfın toplumun geri kalanına ‘dayattığı’ veya ‘empoze ettiği’ bir kültür ve haliyle kültür siyaseti.”

‘AK PARTİ ZATEN KUTUPLAŞMANIN SONUCU’

Yıldız’a göre, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sevgi dili kampanyası bu nedenle karşılık bulamadı ve herkes yine "kendi mahallesinde kaldı." Kılıçdaroğlu’nun kampanyasından daha çok etkilenenlerin seküler kesim olduğunu ekleyen Yıldız, bu kümenin de farklılıkları barındığını belirtiyor:

"Zaten CHP’li olan da vardı benzer bir biçimde seküler Kürt seçmen de vardı, bu liste uzayabilir. Bana soracak olursanız AK Parti zaten bu kutuplaştırıcı siyasetin bir sonucu. Az evvel bahsettiğim üzere bugün AKP seçmeni tarafından ‘CHP zihniyeti’ olarak tanımlanan şey periferideki yurttaşın veya mütedeyyin kesimin olduğu gibi Kürt seçmenin de yıllar içinde kendini dışlanmış olarak hissetmelerine neden olmuştur. Mütedeyyin kesim buna Kürt olanları da dahil, AK Parti altında toplanırken böylesi bir dışlanmışlık veya haksızlığa uğramışlık hissiyle çokça hareket ediyor bence.”

‘DÜNDEN BUGÜNE İKİ GÜNDE İNŞA EDİLMEDİ’

Ana muhalefetin kutuplaşmanın farkında olarak seçim kampanyasına başladığını, sevgi dili ve helalleşme adımlarının tam da geçmişteki dışlayıcılığı tamir etmek olduğunu anlatan Yıldız, muhalefet deyince sadece siyasal temsili değil, kendini mevcut iktidara muhalif olarak konumlandıran herkesi katarak bütünlüklü bakılması gerektiğini söylüyor. Yıldız şunları ifade ediyor:

“Yine bir sokak röportajından örnek vereceğim. Görüntüsüyle mütedeyyin olduğu açık birine ‘Kime oy vereceksin’ deniyor, yurttaş ‘Kılıçdaroğlu’ deyip nedenlerini sıralıyor. O sırada bir başka yurttaş gelip röportaj verene bas bas bağırıyor; ‘Bu ülke sizin gibi cahiller yüzünden böyle, ben senin kime oy vereceğini biliyorum’ diye hakaretler yağdırıyor. Şimdi burada sokağa güçlü bir biçimde yansıyan bir kimlik siyaseti, her iki partinin seçmenlerinin de birbirini kalıp yargılar üzerinden kavrayıp ötekileştirdiği bir düşünme pratiği ile karşı karşıyayız. Böylesi bir siyaset ne dünden bugüne iki günde inşa edildi ne de bugünden yarına yıkılabilir.”

'SEÇMEN HAREKETLİLİĞİ İÇİN TOPLUMSAL BARIŞ İNŞA EDİLMELİ'

Seçmen hareketliliği için toplumsal barışın inşa edilmesine ihtiyaç olduğunu sözlerine ekleyen Yıldız, bunun siyasal iletişim faaliyetiyle olmayacağını söylüyor. Kamplaşmanın çok uzun yıllar içerisinde oluştuğunun unutulmaması gerekliliğine dikkati çeken Yıldız’a göre, farklı hükümetlerin birbirlerinden devraldığı kodlar gibi medyasından eğitim kuramlarına kadar belli yıllarca belli bir makbul vatandaş kültü üretildi.

“Makbul olmayanların dışlandığı ve dışlanan grupların hepsini kapsayacağı iddiasıyla iktidara yükselenler bu kez kendi ötekilerini yarattı” diyen Yıldız, toplumun yasalar ile değil, yıllara yayılan bir süreç içerisinde sistemli buluşmayla barışacağına inanıyor.

Siyasetin seçim ve siyasi partilere sıkıştığını, bunun da seçmende takım tutar gibi fanatikleşme yarattığını ekleyen Yıldız, şöyle konuşuyor: 

“Sokak siyaseti ve sivil toplum ihmal edilmekte, siyasetin de arka planını oluşturan gündelik hayat pratikleri tümüyle es geçilmektedir. Yani kapı kapı gezilmeli gerekiyorsa ve tabandan başlayan, hatta tabanı da bu sürecin bir parçası yapan bir siyasetle toplumun farklı kesimleri birbiriyle barıştırılmalı."