Birbirimizden öğrenebileceğimiz şeylere bakmamız gerekiyor. Onlar, "Bunların yüzünden insan milliyetçi kesiliyor" dedi. Ben milliyetçilikten nefret ediyorum ama o kadar üzerine geliniyor ki bir şeyi savunmak zorunda kalıyorsun.

Erol Mintaş'ın ilk uzun metrajlı filmi olan “Klama Dayîka Min” çekimleri, İstanbul Tarlabaşı, Esenyurt ve Ağrı Doğubayazıt'ta gerçekleştirildi. Film çekilirken. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ilk filmini çeken yönetmenlere verilen yapım fonu ile desteklendi.


Hikaye, 90'lı yıllarda Doğubeyazıt'ın ücra bir dağ köyündeki okuldan bir öğretmenin çocukların gözü önünde kaçırılmasıyla başlıyor. Filmin hemen başında Doğu'nun ve coğrafyanın sınavlarıyla karşı karşıya kalıyoruz ve o dönemde öğretmen olmanın aslında çeşitli fedakarlıklar gerektirdiğini bir kez daha anlıyoruz. Memleketinden ayrılmak zorunda kalan ve ait olmadığı yerlerde yaşamak zorunda kalan bir grup insanın duvarlar ardında dört duvara sığamamayı, nelerle mücadele ettiğine tanık oluyoruz. Bu koskoca kentin mekânında yakalanan bu boğulmayı ve ses kısıklığını filmin başkarakteri Nigâr Hanım'da da görüyoruz. Nigâr Hanım, Türkçe bilmeyen ve giderek kendi kafesine hapsolmuş yaşlı bir kadındır.

Sabahları cevizli suyunu içip dengbêj dinleyerek güne başlayan, kim olduğunu, özlemini duyduğu şeyleri asla unutmayan, evinin bir duvarını bu özlemleri yaşatmaya adayan bir kadın. Pencereden dışarı bakınca köyünü, dağlarını, komşularını görmeyi umut eden bir kadın olarak karşımıza çıkıyor ama pencereyi her açtığında, her uzaklara daldığında bir deliyle karşılaşıyor.

 
İstanbul'un kalabalığının ve yalnızlığının içine girip giderek daha da boğuluyor. İstanbul'da bir Kürt edebiyatçısı ve Türkçe öğretmeni olarak yolunu bulmaya çalışan oğlu Ali ile kent hayatına uyum sağlamaya çalışması ve kendini bir türlü ait hissedememesi ölümü daha çok düşünmesine sebep oluyor. Kürtler için önemli bir sembol olan dengbêj, bir sembolden çok Nigâr Hanım için derin mevzu olduğunu görüyoruz. Erol Mintaş, dengbêj üzerinden “Bizim filmimizdeki dengbêjin de dediği gibi ‘Dengbêje kim kıymet veriyor ki?’. O dengbêj de ölse her şey çöpe gidecek. Kürtlerde de Ortadoğu toplumlarında olduğu gibi bir hafızasızlık var. Ben buna çok kızıyorum.

Gezip bir dosya hazırlamak isteseniz ziyaret edebileceğiniz bir dengbêjlik müzesi var mı? Yok. Dengbêjleri tek tek bulmaya çalışabilirsiniz ama son 30-40 yılda kendini dengbêj olarak sunan insanların aslında dengbêjlikle pek alâkası yok. Dolayısıyla o sahne dengbêjin ağzından Kürtlerdeki hafızasızlığa yapılan bir eleştiri benim için. “Dengbêjler bizim toplumsal hafızamızda çok önemli bir yer tutuyor. Birçok dengbêj de birbirinden çok farklı temaları ele alır. Biri savaşı anlatır, biri aşkı anlatır, biri Kürtlerin toplumsal dokusuna dair bir şey söyler. Hatta bazıları da Kürtler arasındaki aşiret kavgalarını anlatır. Ama tabi ki dengbêjlerin bütün klamları ve bize aktarılan şeyler tarafsız olmayabilir.

Çünkü dengbêjlerin de yakın durduğu insanlar vardır, onlar da belli divanlarda oturur ve o divanların yakın olduğu yerler vardır. Tıpkı Türkiye'de iktidara yakın olan sanatçı da, iktidarla zıt noktada duran sanatçı da olduğu gibi.