Mavi bir yolculukta senle başlamıştı sevdamız. Uzun bir yolculuk yaşamıştık senle ben. Sanki bu dünyada sadece ikimiz vardık. Sanki Nuh’un gemisine sadece ikimiz binmiştik. Artık seni hissediyordum yanımda. Ellerimle dokunmuştun ellerine ve seni hissediyorum tenimle de.

İçimde bir mutluluk ateşi yükselmişti. İlk aşkın heyecanı ve acemiliği vardı üzerimizde. Ne kadar da ısınmıştı üşüyen yüreğim, buz tutan ellerim. Sen yanımdaydın, mutlu gülüşünle de dünyamı aydınlattın. Siyah beyaz dünyamı renklendirmiştin. Özlemini çektiğimiz bir sevda, mutlu olabileceğimiz bir dünyaya yol aldık böylece.

Böyle anlar o kadar hazırlıksız olur ki, ne zaman, nerede aşkın kapıya dayanacağını tahmin bile edemezsin.

Bazen bir anda olur her şey, bazen uzun bir beraberlikten sonra başlar ilk dokunuşlar.

Oysa sana bakmaya bile doyamadığım uzun zamanlardan sonra, dokunmaya bile kıyamadığım bir gecede fark ettim, içimde zapt edemediğim yangını. İçimde yanan volkanlar patlamak üzereydi.

Yanı başımda uzanmıştın masum. Tıpkı kumsalda uzandığın gibi, yeşile kuşanan denizin o tatlı mırıltıları içinde. Tam o anda dokunmak istedim sana ve sen o kadar tatlı uyuyordun ki, dokunmaya kıyamıyordum sana. Dokunsam uyanırdın. Titrek ellerim gezmeye cesaret edemiyordu teninde.

Oysa kim olduğumu unutmak istiyordum. Teninin gül kokulu yerlerinde. Kelebekler kadar özgürleşmek istiyordum. Senin yanında, nerden geldiğini sana unutturmak için sana dokunmalıydım. Yaşamış olduğun o sahte benliklerden seni kurtarmaktı tüm hayalim. Ve sana dokunmaya başladım birden.

Seni hissediyorum artık, seni senle yaşıyordum. Gecenin sessizliği, sanki yüreğime işlenmişti, sana dokunduğum anda, sen birden bire irkilmiştin. Ellerim bedenindeydi. Sana dokunduğumu hissetmiştin. Mutlu ve şaşkın bakışlarla baktın ürkek ve utanç içindeki yüzüme… Sonra tatlı bir tebessümle karşılık vermiştin dokunuşlarıma, ellerimi tuttun ve kendine doğru çektin beni. Tatlı ve masum bir buse kondurmuştun dudaklarıma. Birden bire içimi saran sıcaklığın etkisiyle terlemiştim bir temmuz gecesinde. Uyumak yoktu bize, sanki geceler uzadıkça uzuyordu. Ben sabah olmasını istemiyordum. Aynı tatlı duyguları sen de yaşıyordun.  Mutluğunu gözlerinde okuyabiliyordum. O anda elini bana uzattın sık sıkı tutarak beni bırakmayacağını söyledin. Ve seni asla bırakmayacağımı söyleyerek sarıldık bir birimize sanki iki beden de bir can olmuştuk o anın sonsuzluğu içinde. Deniz düşümüz büyük bir aşk, sonsuz bir sevda doğurmuştu Ege’nin o renkli gecesinde…

                              

Dün gece düşümde denizi gördüm…

Hoş, tatlı mırıltılar içindeydi. Mavi ve yeşile kuşanmış haliyle.

Önümde uçsuz, bucaksız uzanıyordu deniz.

Tam o anda denizin ışıklı yüzeyinde çıplak ayaklarımla yürümek istedim.

Bir ufuktan diğer ufuklara gezip dolaşmak istedim.

Suların içinde süzüldükçe streslerimi, tepemdeki cinlerimi atmak, yüreğimi rahatlatmak istedim.

Özgür, amaçsız, gamsız bir havaya girmek istedim.

Nerden geldiğimi, nereye gittiğimi unutabilmek için...

Kalabalık, doyumsuz, gerilimli, telaşlı, acımasız, yarı aç ve kirli kenti unutabilmek için…

Kendime yazgımı unutturabilmek için…

Kaybolmuş kendimi buldurmak için…

Sahte benliklerimden kurtulabilmek için…

Ne güç, ne para, ne iktidar her şeyi unutabilmek için…

İşte bu sırada suyun içinde, ışık ve renklerle kol kola, omuz omuza ilk dansıma başlıyorum…

Burada yavaş dönüyor dünya,

Burada sonsuz arzular çarpışıyor,

Burada güçlü bir ateş, zenginlik ve özgürlük var.

Bin bir çeşit cilve var bu sularda.

İşte burada, içimde doğan yeni bir ben var.

Tüm gücümle bağırmak geliyor içimden.

Buradan dünyaya meydan okumak istiyorum…

Sonra ilk defa seni fark ediyorum,

İşte seni aradığım yer burası.

İşte sen buradasın…

Deniz düşü gören, hayatı yaşanılır kılan herkese selam olsun…