Eylül ayı hepimizin zihninde bir geçiştir. Yazın tatlı sıcaklığıyla vedalaşıp serin rüzgârı hissetmeye başlarız ama sonbahar tam anlamıyla kapıya dayanmış sayılmaz.
Hâlâ yazdan kalma alışkanlıkların izleri vardır; kimi zaman bir plaj fotoğrafı düşer önümüze, kimi zaman akşamüstü balkon sohbetleri uzar.
Ama ekim ayı öyle değil. Ekim, doğanın da toplumun da gerçekten “sonbahar”a ayak bastığı aydır.
Ekimle birlikte sadece yapraklar değil, hayatın ritmi de değişir.
Şehirler yeni bir yoğunluğa girer. Her sektörde ayrı bir hareketlilik başlar.
Akademik dünyada açıklamalar, raporlar, çalıştaylar ardı ardına gelir.
Sivil toplum kuruluşları sesini daha gür duyurur, taleplerini topluma ve karar vericilere aktarır.
Sanat dünyası ise tam da bu mevsimin ruhuna uygun bir şekilde perdeyi açar.
Sergiler, konserler, tiyatro oyunları birer birer sahne alır.
Eylül’ün “arada kalmışlığı” ekimde yerini kararlılığa bırakır.
Artık bir geçiş değil, bir başlangıçtır söz konusu olan.
Okulların açılışı, gündemin yoğunlaşması, şehirlerin kalabalıklaşması...
Hayatın temposu ekimde kendini gösterir.
Kısacası ekim, yılın en üretken, en dolu aylarından biridir.
Doğanın renkleriyle içimizi, etkinliklerin çeşitliliğiyle zihnimizi besleyen bu ay, bize bir kez daha hatırlatır:
Mevsimler sadece takvim yapraklarından ibaret değildir; hayatın akışını, toplumun nabzını da şekillendirir.