UNESCO’nun 5 yıl önce Dünya Mirası Listesi’ne dahil ettiği Sur’ları çevreleyen merkez ilçe Suriçi’ndeyim.

40 yaş üstü her Diyarbakırlı gibi bende de anısı çok.

Doğduğum ve büyüdüğüm mekanı, hendek ve barikat olaylarının yaşandığı 6 yıl sonra ilk kez bir gece yarısı geziyorum.

Dağkapı’dan Mardinkapı’ya uzanan Gazi Caddesi, Balıkçılarbaşı semtinden Eski Hal’e çıkan Melikahmet Caddesi, gündüz hareketliliği kadar geceleri de ışıl ışıl.

Saat 22.00 olmasına karşın Ulucami önündeki kürsülerde 100’den fazla ikili üçerli sohbetler yapılıyor.

Ciğercilerden yükselen duman kokusu daha da keskin.

Kafileler halinde memleketi gezen turistler de var.

1990’lı yıllarda birlikte gazetecilik yaptığım iki değerli dost ile ara sokakları arşınlıyoruz.

İstanbul’un Beyoğlu’nu, Kadıköy’ünü anımsatan manzaralar var.

Bir yandan da ışıklandırılmış eski Diyarbakır kaldırımlı kuçelere masa ve sandalyeler atılmış.

Bir yandan Diyarbakır türküleri yükseliyor diğer yandan çocukluk anılarını anlatan insanların sohbetleri yapılıyor.

İçe doğru ilerledikçe daha da huzur veriyor.

Ortalıkta bir dönem 50 metrede bir konuşlandırılan zırhlı araçlar, ikişerli gezen silahlı devriye ekipleri de yok.

Vakit ilerledikçe trafiğin de azalması caddeleri bir anda futbol arenasına çeviriyor.

Sur çocukları, altışarlı takım halinde çift kale maç yapıyor.

30 yıl öncesi elinde çakısıyla her defasında plastik topumuzu patlatan Xalê Meheme de yok üstelik.

Yıkılan ve yerine “Diyarbakır Evleri” diye açıklanan “ucube” yapılara kadar her şey oldukça güzel.

Her Diyarbakırlının “Ucube” diye tanımladığı o yapıların yarattığı kasvetli hava dışında çocuklar şen büyükler şen Sur’da…

Saygılarımla