Hamuru acılarla yoğrulmuş bir coğrafyanın en çok bedeli ödemiş ve eziyeti çekmiş bir şehirdir Diyarbakır.

1980 darbesinden bugüne kan, gözyaşı, ölüm ve göç eksik olmadı bu milletin sırtından.

Yaşadıklarına kimi zaman “düşük yoğunluklu savaş” tanımı yapıldı, kimi zaman “çatışmalarla anılan kent” olarak hafızlara kazındı.

1990 nüfus sayımına göre şehir merkezinin nüfusu 600 bin iken, kırsalda yaşayanların nüfusu ise 400 bindi.

Sonra “güvenlik” adı altında kırsaldaki yerleşim yerlerinin boşaltılması ve köylerin yakılmasıyla halk şehre sığındı.

Zorunlu göçlerin ikameti merkez Bağlar ve Sur ilçeleriydi.

Sığınabilecekleri her evde ikamet etmeye başladılar.

Yaşanılan dram ve yaşatılan acılar, göç edenlerin birbirleriyle dayanışmasına vesile oldu.

Komşuluk ilişkileri o dönem daha da gelişti, kent, 100 yıl önceki dayanışma ve yardımlaşma ruhunu yeniden diriltti.

Zaman değişti, o kültür 2000’li yıllarla birlikte kabuk değiştirdi.

Yaşanılan krizlerle yoksulu tam yoksul, zengini de tam zengin oldu bu kentte.

Alt tabaka kent kültürünün yaşatıldığı Bağlar ve Sur’dan çıkmadı. Çıkanların yeri de hemen dolduruldu.

Suriye’deki savaştan kaçanlar boşalan evlere yerleşti bu kez.

Yardımlaşma ve dayanışma, kentin diğer ilçelerine göre bu iki ilçede daha da belirgin olarak hissedildi.

Yine zaman değişti bu kez pandemi geldi.

Evinden çıkamadı, işinden oldu; perişanlığın dibini gördü.

Bu kez deprem oldu evine giremedi kent halkı.

Her iki olayda da sınıflar eşitlendi; herkes ölümün varlığını bir kez daha hatırladı.

İlk zamanlarda yaşanan yardımlaşma ve dayanışma ağı bir süre sonra yerini yine çaresizliğe bıraktı.

Bağlar ve Sur çaresiz şimdi…

Evleri hasar görenler, gidecek yerleri olmadığı için ölüme terk edilmiş durumda.

Parası olan arsa aldı, prefabrik aldı, villalara taşındı…

Ya olmayanlar…

Yoksullar yine unutuldu…

Bir dönem top koşturdukları, Sur’un Çarşiya Şewiti’sinde isporto sırasına girdikleri, Bağlar’ın dar sokaklarında misket oynadıkları, her akşam mutlaka komşudan gelen yemekleri unuttu üst tabaka.

Bu kesime bir çift lafım var;

Sizin vefa borcunuz var bu kente.

Sizin vefa borcunuz var Bağlar ve Sur’a…

Peki ya devlet dediğimiz yerel yönetimdeki kodamanlar ne yapıyor?

Açılıştan açılışa, iftardan iftara koşturup kıldıkları namazların fotoğraflarını paylaşıp duruyorlar.

Şimdi sormazlar mı size; sorumluluk altınızdaki yurttaşlar bu kadar perişan iken avucunu açıp iç sesinizle ettiğiniz duanız kabul olur mu?

Onu Allah bilir…

Ama orta hasarlı evlerine mahkum olan, yan binası ağır hasarlı olmasına rağmen evinde rahat uyumayan Bağlar’daki vatandaşın ahı hepinizin üzerinde.

Bunu unutmayın!

Barınma ve konut hakkı hem bir insan hakkıdır, hem de anayasal bir haktır.

Anayasa’nın 36. Maddesinde yazan “Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir” ifadesi, secdede avuçlarınızı açarken kulağınızda çınlasın.