Bir şehir daha sessizce terk ediliyor. Bu kez giden bir fabrika değil, bir banka. Ama etkisi bir fabrikanın kapanmasından çok daha derin, çok daha sarsıcı.
Diyarbakır’dan son aylarda birer birer bankalar çekiliyor.
Kasalarıyla değil, güveniyle birlikte gidiyorlar.
Ardında, kredi kuyruğunda bekleyen sanayiciyi, çekini tahsil edemeyen esnafı, borçla üretmeye çalışan çiftçiyi bırakıyorlar.
Bu şehir yıllardır üretmeye direndi.
Kuraklığa, enerji krizine, dövize, enflasyona rağmen sabah erkenden fabrikasının kapısını açan insanlar vardı burada.
Her sabah, “belki bugün biraz nefes alırız” umuduyla.
Ama o umut, bankaların soğuk karar odalarında alınan bir kararla boğuluyor şimdi.
Kimi zaman “yeni yapılanma”, kimi zaman “verimlilik” bahanesiyle merkezler taşınıyor.
Oysa herkes biliyor ki bu, sadece bir adres değişikliği değil.
Bir çekilme. Bir terk ediş.
Bir kentin üretim damarlarının sessizce kesilmesi.
Bankalar, sermayenin güvenli limanını batıda arıyor.
Oysa bu topraklarda her gün, emeğiyle ayakta duran, alın teriyle ekonomiyi döndüren binlerce insan var.
Ama sistem onlara güvenmiyor.
Faiz yüksek, teminat ağır, risk algısı bahane.
Kredi muslukları birer birer kapanıyor.
Küçük işletme, büyük firmayla aynı kefeye konuyor.
Sermaye sahipleri bile nefes alamıyor artık.
Bir sanayici geçen gün şöyle dedi:
“Eskiden krediyle üretir, kazancımızla borcu kapatırdık. Şimdi kazandığımızın çoğu bankaya gidiyor.”
O cümlede bir kentin bütün yorgunluğu, bütün çaresizliği var.
Üretimle büyümeye çalışan Diyarbakır, finansla cezalandırılıyor.
Yatırım niyeti cezaya, risk almak suç sayılıyor.
Bu, sadece ekonomik bir sorun değil; aynı zamanda sosyal bir adaletsizliktir.
Çünkü bir kente duyulan güvensizlik, aslında orada yaşayan milyonlara duyulan güvensizliktir.
Bugün bu şehirde yüzlerce işletme küçülüyor, onlarcası kepenk kapatıyor.
Kredi bulamayan üretici, işçisinin maaşını ödeyemiyor.
Tekstil tezgâhları sustuğunda, sadece makineler değil; umutlar da duruyor.
Her kapanan fabrika, bir evin ışığının sönmesi demek.
Bankalar gidiyor, evet.
Ama giderken sadece şubelerini değil, kentin geleceğini de beraberlerinde götürüyorlar.
Oysa Diyarbakır, direnen bir şehir.
Tüketmek yerine üretmeyi, beklemek yerine çalışmayı seçmiş bir şehir.
Bu şehrin çarkları dönsün diye alın teri döken insanlar, bugün sistemin en ağır yükünü taşıyor.
Belki de bu sessiz çığlığı duymanın zamanı geldi.
Çünkü Diyarbakır’dan çekilen her banka, bu ülkenin doğusundan biraz daha umudu çekiyor.
Ve unutulmamalı:
Bir ülkenin kalkınması, sadece sermayenin nereye gittiğiyle değil;
kimin geride bırakıldığıyla ölçülür.