Adı Ayşo Ana. Bir zamanlar Kobanê’de geniş bir evi, sofraya oturacak çocukları, torunlarının kahkahaları vardı...
Fuat BULUT
Kobanê yanarken, dünya seyretti.
O topraklarda gökyüzüne karışan duman, sadece yanan evlerin değil; sönen umutların, paramparça olan ailelerin de isiydi.
IŞİD barbarlığının en çıplak hali, o küçük kentin sokaklarında yankılandı.
Kadınlar direndi, gençler yıkıntılar arasında hayata tutundu, Kürt güçleri o şehri barbarlara bırakmadı… ama geriye bir ömürlük acı kaldı.
O acının bir parçası şimdi Diyarbakır’ın bir kenar mahallesinde, çöplerin arasında sessizce yaşıyor.
Adı Ayşo Ana.
Bir zamanlar Kobanê’de geniş bir evi, sofraya oturacak çocukları, torunlarının kahkahaları vardı.
Şimdi, Bağlar’ın arka sokaklarında, 70 yaşında, bir elinde yırtılmış bir poşetle yaşam mücadelesi veriyor.
O sabah, Ekspres’in deneyimli muhabiri Mehmet Türk, Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü’nde, bir haber peşindeydi.
Sokak aralarından geçerken, bir çöp konteynerinin başında eğilmiş bir kadın gördü.
Kadın, çöpe atılan sebzeleri tek tek ayıklıyor, içlerinden sağlam olanları bir kenara ayırıyordu.
Kamerayı kaldırdı.
O an kadın başını çevirdi, göz göze geldiler.
Kürtçe, titrek bir sesle,
“Çekme oğlum... utanıyorum” dedi.
O cümle, bir fotoğraftan çok daha fazlasını anlattı.
O cümle, Kobanê’nin yıkımını, göç yollarını, yokluğu, onuru ve direnci bir araya getirdi.
Ayşo Ana utanıyordu, çünkü çöpten ekmek aramak insana değil, bu dünyaya utançtı.
Kobanê’deki evi bombalanmış, oğullarını, gelinlerini, torunlarını kaybetmişti.
Diyarbakır’a sığındığında tek göz bir gecekonduya yerleşmişti.
Bir oğlu kanser hastasıydı, dört yetimiyle yaşamaya çalışıyordu.
“Dilencilik yapmıyoruz ama dilenciden beter hale geldik” diyordu gözleri dolarak.
Sonra ekliyordu, gururla, sessizce:
“Hayat zor... ama şerefimi satmam. Allah’a şükür, hâlâ yaşıyoruz.”
Marketlerin çöpe attığı sebzeleri karıştırırken söyleniyordu kendi kendine:
“Hangi vicdan bu meyveleri çöpe atar... İnsan bir kenara bırakır, fakire verir. Bu israftır, günahtır.”
Ayşo Ana’nın sesi, Diyarbakır’ın koca kalabalığında yankısız kalmadı.
Fotoğrafı yayımlandıktan sonra telefonlar çaldı, insanlar aradı, yardım eli uzandı.
Kendisine yardım eli uzatmak isteyenler sınırların ötesinden bile aradı.
Biz arıyoruz, tüm Diyarbakır seferber Ayşo anayı bulmak için.
Bir kadın, çöplükten onurla yükselen sesiyle bir şehri harekete geçirmişti.
Ama bu hikâye yalnızca Ayşo Ana’nın değil.
Kobanê’den, Afrin’den, Serêkaniyê’den, Halep’ten kopup gelen binlerce insanın hikâyesi bu.
Bir kısmı lüks dairelerde yaşarken, bir kısmı Bağlar’ın arka sokaklarında yaşamla pazarlık ediyor.
Kimi temizlik işine gidiyor, kimi sokakta satıcılık yapıyor, kimi de çöplerden rızk topluyor.
Bu şehir, savaşın gölgesinden kaçanların ikinci yurdu oldu ama onlara yurt olamadı.
Yoksulluğun dili, kimliği, sınırı yok.
Ama Ayşo Ana’nın hikâyesi, bize bir kez daha gösteriyor: Onur, bazen bir poşet dolusu çürük sebzeden çok daha değerlidir.
Ekspres olarak biz, bu hikâyeleri yazmaya, bu sessiz çığlıkları duyurmaya devam edeceğiz.
Çünkü bazen bir fotoğraf, bir ülkenin vicdanını uyandırabilir.
Ve bazen bir annenin “Çekme oğlum, utanıyorum” sözü, bütün bir insanlığın yüzüne tutulmuş aynadır.