Bu ülkede bir hakikati artık saklamak mümkün değil. Kayyum rejimi sadece sandığın iradesine değil, halkın günlük yaşamına da çöken ağır bir gölge gibi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın Diyarbakır’daki buluşmada yaptığı konuşma, bu gölgenin tüm ağırlığını bir kez daha ortaya koydu.

Bakırhan’ın sözleri sadece bir siyasi eleştiri değildi; belediyelerin nasıl sistematik bir kuşatma altında olduğunu, hizmet üretmeye çalışan yerel yönetimlerin hangi görünmez ama çok güçlü duvarlarla boğulduğunu anlattı.

O duvarın adı, artık hepimizin bildiği gibi, kayyım duvarı.

Kayyumlar yıllarca belediyeleri borç batağına sürükledi, milyonlarca liranın nereye gittiği belirsiz raporlar ardında kaldı.

Bugün DEM’li belediyeler bu borçları devralmış durumda.

Ve ne zaman hizmet üretmeye kalksalar, karşılarına aynı kurum çıkıyor: İller Bankası.

Bakırhan’ın sözünü ettiği tablo çok açık:

Bir yanda yıllarca hesapsız harcama yapan kayyımlar, diğer yanda daha koltuğa oturur oturmaz borç ödeme baskısıyla boğulan seçilmiş belediyeler.

Bir yanda devlet desteğini sınırsızca kullanan kayyımlar, diğer yanda “tasarruf tedbirleri” adı altında araçlarına bile el konan belediye eşbaşkanları.

DEM’lilerin sık sık dile getirdiği “Hırsızlığa sınırsız, hizmete sıfır kaynak” eleştirisi, sahada birebir karşılık buluyor.

Belediyeler bir taraftan kırsala yol götürmeye, öğrencilere burs vermeye, kadın yaşam merkezleri açmaya çalışırken, diğer taraftan araçları bağlanan, kredi izinleri reddedilen, projeleri pasifize edilen bir yönetim modeline karşı mücadele veriyor.

Geçtiğimiz haftalarda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Serra Bucak ile yaptığımız röportaj, bu “bürokrasi duvarı”nın en somut örneklerinden birini ortaya koyuyordu.

Diyarbakır’ın son yıllarda içinden çıkılamaz hale gelen trafik sorununu hafifletecek iki ana proje vardı: Raylı sistem ve tramvay.

Bu projeler için Avrupa’dan yıllar önce kaynak bile bulunmuştu.

Ama sonra ne oldu?

Aynı hikâye.

Aynı kilitlenme.

Kayyum atanan bir şehre Avrupa kaynak aktarmaktan çekinir hale geldi.

Kaynak bulunmuş olsa bile proje Ulaştırma Bakanlığı’nın kapısında takıldı.

Diyarbakır’ın geleceğini kurtaracak raylı sistem projesi, tam da Bakırhan’ın sözünü ettiği duvarın önünde, devlet bürokrasisinin soğuk koridorlarında rafa kaldırıldı.

Ve bugün Bucak’ın ifadesiyle belediye yönetimi raylı sistem yerine daha düşük maliyetli alternatif demiryolu çözümleri üretmek zorunda kalıyor.

Bir şehir nefes alamıyor.

Çünkü seçilmişlerin değil, atanmışların siyaset mühendisliği, günlük hayatı bile belirliyor.

Bakırhan konuşmasında “Kürt sorunu nedir?” diye sorup şu cevabı verdi:

“Kürt sorunu, İller Bankası’nın yaklaşımıdır.

Kürt sorunu, DEM’li belediyelerin projelerinin engellenmesidir.

Kürt sorunu, iki köy arasındaki asfalt farkıdır.”

Bu cümleler, belki de yıllardır akademik veya diplomatik dillerde tarif edilmeye çalışılan sorunu en yalın haliyle özetledi. Bir köye hizmet götürülürken diğerine götürülmemesi…

Bütçeden pay verilirken “sandıkta kimi seçtiğine” bakılması…

Sorunun soyut hiçbir yanı yok.

Ölçülebilir, görülebilir, elle tutulur bir eşitsizlikler bütünü.

Bakırhan’ın en dikkat çeken çıkışlarından biri, sürecin odağında yerel yönetimlerin olduğunu vurgulamasıydı.

Çünkü barış kavramı, çoğu zaman masalarda tartışılan bir söz olmaktan çıkıp günlük hayatta ete kemiğe bürünmek zorundadır.

Barış, belediyenin kırsala hizmet götürmesidir.

Barış, iller bankasının ayrımcı davranmamasıdır.

Barış, seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanmamasıdır.

Barış, halkın oyuyla gelen yöneticilerin yerine kayyum atanmasıyla değil, halkla birlikte yönetimle olur.

Bugün Diyarbakır’ın kaderi, bir proje dosyasına sıkışıp kalmış durumda.

Avrupa’nın fon ayırdığı, kentin nefes borusu olacak raylı sistem, “kayyım endişesi” yüzünden rafa kaldırıldı.

Belediyeler İller Bankası tarafından adeta cezalandırılıyor!

Projeler, kaynak yokluğundan değil, politik tercihlerden ilerlemiyor.

Ve tüm bu tablo bize şunu gösteriyor:

Kayyum sadece bir yönetim modeli değil, bir engelleme rejimi.

Belediyelerin emeğini, halkın iradesini ve kentin geleceğini bloke eden siyasal bir mekanizma.

Tuncer Bakırhan’ın “Kayyumlar ortadan kaldırılmalıdır” talebi bu yüzden sadece politik bir çıkış değil; Diyarbakır’ın, Van’ın, Mardin’in, Hakkâri’nin ve tüm bu coğrafyanın yaşama hakkını savunan bir çağrı.

Belediyeler nefes alırsa kentler nefes alacak.

Kentler nefes alırsa toplum nefes alacak.

Ama önce, o duvarın kalkması gerekiyor.

Kayyum duvarının.