Toplumu derinden etkileyen Mardin ve Antep’teki trafik kazalarının yarattığı hüzün içerisinde yalnız kalmayı tercih ediyorum.

O gün ve sonraki gün derin bir sessizlik var içimde.

Kimseyle ne görüşmek ne de konuşmak istiyorum.

Çalan telefonlara, gelen mesajlara çevrimdışıyım.

Uzun bir yürüyüşün ardından bir kenara kıvrılmış artan ölü sayılarına bakınırken, birlikte yıllarca aynı gazetenin farklı birimlerinde çalışmış bir meslektaşımın babası için kaleme aldığı yazıya dalıyorum.

Yazının başlığı “Hoşçakal Kaptan.”

Bizim Vecdi (Erbay), yakın bir tarihte vefat eden babası (Ramazan) için uzun bir yazı kaleme almış.

Hiç sıkılmadan, sonuna dek okurken ıslanan gözlerimi siliyorum.

(Vecdi’ye sabır, Ramazan amcaya da Allah’tan bir kez daha rahmet diliyorum.)

Artan ölü sayılarını bir tuşla değiştirmek ne kadar basit derken geride kalan acı hikayeleri düşünüyorum.

Ölüm geliyor aklıma sonra.

Bugün var yarın yokuz diyorum kendi kendime.

İç sesle konuşurken, aklım hala “Hoşçakal Kaptan” yazısında.

Vecdi, bir baba olarak babasını anlatırken evlatlarına hasret babalar, babalarına hasret olan evlatlar geliyor aklıma sonra.

O an kokusunu bir kez aldığım ve 33 yıldır ciğerime kazıdığım babamı hatırlıyorum.

Vecdi ile babası arasında yaşanan diyalogları hafızamda canlandırırken, hastalığına şifa için gurbet elde İstanbul’un Cerrahpaşa Hastanesi’nde yapa yalnız gözümün önünde son nefesini verişi geliyor gözlerimin önüne.

Ağlıyorum ve rahatlıyorum.

Sırrı baba, bizi bırakıp giderken daha çocuk yaşlardaydım.

Her akşam eve gelirken, bacağıma sarılıp avucumu yanağına götürüp öpen, boynumdan nefesimi alıp yanımdan ayrılmayan, elinden hiç düşürmediği tabletini izlerken bile bir gözüyle beni takip eden küçük kızım için ben ne isem babam da oydu benim için.

İster kahraman deyin, ister sırtınızı yasladığınız bir dağ.

Bu her evlat için duygu aynıdır.

Ölümlü dünyada var olduğumuzu hiçbir zaman unutmadan babanızın kıymetini bilin, onlara vakit ayırın.