Meclis’te çözüm süreci kapsamında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu geçtiğimiz günlerde çok kritik bir oturuma sahne oldu.

İlk kez, farklı kimliklerden ve acılardan gelen anneler aynı çatı altında dinlendi: Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, Diyarbakır Anneleri ve Şehit Anneleri.

Bence bu tablo, sadece çözüm sürecinin bir parçası değil, Türkiye demokrasi tarihinde yeni bir eşiği işaret ediyor.

Çünkü siyasetin en sert tartışmalarının gölgesinde, hayatın en yalın gerçeğiyle yüzleşildi: Annelerin acısı ortak.

Kimisi kayıp evladının kemiklerini arıyor, kimisi dağa çıkan çocuğunun geri dönmesini istiyor, kimisi terör saldırısında yitirdiği oğlunun hesabını soruyor.

Farklı cümleler kursalar da hepsi aynı özlemi dile getiriyor: “Artık evlatlar ölmesin.”

Yani annelerin ortak paydası…

Yıllardır birbirine yabancılaştırılan, karşı karşıya getirilen anneler, bugün aynı duyguda buluşuyor: Silahların susması, barışın konuşması.

Şehit anneleri “Devlet bizi unutmasın” derken, Cumartesi Anneleri “Adalet istiyoruz” diye haykırıyor.

Barış Anneleri ise “Çözüm için cesur adımlar atılsın” çağrısı yapıyor.

Bu farklı taleplerin birleştiği nokta, yüzleşme ve çözüm ihtiyacıdır.

Annelerin orada bulunması gelinen noktada atılan büyük bir adım olsa da en büyük sorumluluk siyasete düşüyor.

Buradan çıkarılması gereken ders çok açık: Annelerin feryadı siyasetin üstüdür.

Eğer bu ses sadece duygusal bir tablo olarak görülürse, komisyon da, süreç de tarihe bir dipnot olarak kalır.

Oysa yapılması gereken, bu acılardan doğan ortak vicdanı kalıcı politik adımlara dönüştürmektir.

Bugün parlamentonun önünde tarihi bir fırsat var: Barışı, annelerin gözyaşını dindirecek adalet ve hakikat zemininde inşa etmek.

Hakikat Komisyonu talebinden cezaevlerindeki hasta tutuklulara, toplumsal yüzleşmeden adalet mekanizmasının güçlendirilmesine kadar geniş bir gündem, artık ertelenemez.

19–20 Ağustos’ta Meclis’te atılan bu adım, tek başına barışı getirmez.

Ama belki de Türkiye’de uzun süredir ertelenen bir yüzleşmenin kapısını aralayabilir.

Çünkü anneler bize bir kez daha hatırlattı:

Çocuklar toprağa değil, hayata layık.

Silahların değil, barışın konuştuğu bir gelecek, bu ülkenin en meşru talebidir.