Diyarbakır’a yolu düşen herkesin gözlerini açması gereken bir yer var: Hevsel Bahçeleri. Bu bahçeler, sadece bereketli topraklardan, ağaçlardan ve yeşil örtülerden ibaret değil; burada, Mezopotamya'nın kalbinin nasıl attığını hissetmek mümkün. Tarihin, kültürün ve doğanın iç içe geçtiği bu eşsiz alan, sanki bizi başka bir zamana davet ediyor, geçmişle geleceği aynı karede buluşturuyor.
Hevsel Bahçeleri, 8 bin yıllık geçmişiyle Diyarbakır’ın çok ötesinde bir değere sahip. Dicle Nehri’nin kenarındaki bu yemyeşil alan, adeta doğanın sunduğu bir armağan gibi. Yüzyıllardır tarım yapılmış, sayısız kuş türü burada barınmış ve zaman içinde bu topraklar insanların geçim kaynağı olmuş. Belki de Hevsel’i bu kadar büyüleyici yapan, onun sadece bir doğa parçası değil, aynı zamanda geçmişten bugüne taşınmış bir yaşam alanı olması.
Burada bir tarih var, ama aynı zamanda bugün hala atan bir nabız da var. Özellikle kuş gözlemcileri için Hevsel bir cennet; leyleklerden kartallara, doğadan nadir görülen pek çok kuş türüne kadar yüzlerce canlıya ev sahipliği yapıyor. Diyarbakır’da huzurun sembolü gibi duran bu alan, aynı zamanda kentliler için bir kaçış noktası, doğayla buluşma alanı. Bugün şehir hayatından kaçmak isteyen gençlerin, nefes almak isteyen ailelerin ve kültürle doğayı bir arada deneyimlemek isteyen turistlerin uğrak noktası.
Ancak Hevsel Bahçeleri’nin önemi sadece manzarasında değil; bu bölge, Diyarbakır’ın sahip olduğu kadim kültürün en somut örneklerinden biri. UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne kabul edilmesi de bunu doğrular nitelikte. Her bir ağacın, her bir kuşun ve her bir toprağın üzerinde bir tarihin izleri var. Dicle’nin kenarındaki bu bahçeler, bölgenin tarım mirasını da taşıyor. Bugün bile Hevsel’de üretilen sebzeler, meyveler Diyarbakır’ın sofralarını süslemeye devam ediyor.
Fakat Hevsel Bahçeleri her ne kadar doğal ve tarihi bir miras olsa da, modern dünyaya direnen bir alan olarak da dikkat çekiyor. Artan kentleşme, çevreye yönelik tehditler, tarımsal alanların tahribatı bu kadim bahçenin üzerinde kara bulutlar oluşturuyor. Her gün biraz daha betona yenik düşen şehirlerin aksine Hevsel, doğanın kazanabileceği bir umudu içinde barındırıyor.
Bugün bize düşen, Hevsel’i bir doğa harikası olarak görmekle yetinmemek; burayı korumak ve yaşatmak için üzerimize düşeni yapmak. Bu bahçeler, yalnızca Diyarbakır’a değil, tüm insanlığa ait. Gelecekte de çocuklarımızın Hevsel’in bereketli ağaçları arasında özgürce dolaşabilmesi, kuşların kanat çırpışlarını görebilmesi için bu mirası korumak bir zorunluluk.
Hevsel Bahçeleri, Diyarbakır’ın bize verdiği bir hediye; şehrin betona bürünmüş yüzünden kaçıp nefes almak, köklere dönmek isteyenler için sonsuz bir vaha. Umuyorum ki bu miras, modern dünyanın baskılarına inat, yüzyıllar boyunca tüm canlılığıyla bizlerle kalmaya devam eder.