Dünyanın her yerinde kışa hazırlıktır sonbahar. Diyarbakır'da da öyledir. Mesela dolmalık biber ve patlıcanlar balkonların korkuluklarında kurutulur, Sur'dakidükkanları süsler. Sonra bağbozumudur sonbahar, pekmez ve cevizli sucuklar uzun kış geceleri için hazırlanır.

Hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan ve insanı soluksuz bırakan yaz günlerinden sonra, sabahın serinliğini ciğerlerine hatta yüreğine doldurduğun sabahların adıdır sonbahar. Hevsel'in bir başka güzelleştiği mevsimdir.
PKK'nin silahlı güçlerini Türkiye sınırlarının dışına çıkma kararı, barış umudunu besliyor. Barış umudu, sonbahar sabahlarının serinliği gibi çalıyor insanların yürek kapısını. Bir soruyla birlikte:
Meclis'te kurulan Milli Dayanışma, Demokrasi ve Kardeşlik Komisyonu bu adımdan sonra ne yapacak? Bu soruyu şu şekilde de sormak mümkün: Barış ve Demokratik Toplum Süreci hangi aşamada?
PKK adımlar atıyor, bu adımlar kamuoyu nezdinde ilgiyle izleniyor ve kimi tereddütlere rağmen benimseniyor. Fakat karşı cenahtan bir yıldır tatmin edici bir bir adım atılmış değil. Bu yüzden PKK tarafından atılan her adımdan sonra yukarıdaki sorular bir kez daha soruluyor.
*
Karşı cenah hangi adımları atarsa barışın gerçekleşeceğine dair umutlar büyür? Hasta mahpusların ve siyasetçilerin serbest bırakılması, Kürtçenin yasal güvence altına alınması, kayyım uygulamasına son verilmesi, KHK ile mağdur edilmiş insanlara haklarının iade edilmesi... Liste uzar gider ve bütün bunlar Anayasa'ya ve evrensel hukuk temelinde çözülecek meseleler.
Eylül'de güzel şeyler olacak rivayeti dolaştı yaz aylarında. Eylül olmadı Ekim'de denildi. Şimdi, Kasım işaret ediliyor, "Kasım'da güzel şeyler olacak" deniliyor.
"Eylül toparlandı gitti işte/Ekim filan da gider bu gidişle" demişti Turgut Uyar, Acıyor şiirinde. Eylül ve Ekim bitti, Kasım da heba edilmez, diye umalım. Yoksa? Yoksa, "Tarihe gömülen koca koca atlar/
Tarihe gömülür o kadar".

*
Adımlar karşılıksız kaldıkça umutsuzluk ve karamsarlık boy veriyor. Üstelik umutsuzluğu ve karamsarlığa besleyen çok sayıda gelişme mevcut memlekette. PKK'nin silahlı güçlerini Türkiye sınırlarının dışına çıkaracağını duyurduğu gün, Cumhurbaşkanı'nın Başdanışmanlarından Oktay Saral, "Biz muz cumhuriyeti değiliz" diyerek, barışı konuştukları muhataplarına 'ayar' vermek gayretinde cümleler sarf etti. "Muz cumhuriyeti"ne her fırsatta vurgu yapmak ihtiyacı neden hasıl oluyor, anlamak mümkün değil. Bir saldırganlık var bu cümlede ama aynı zamanda özgüvensizlik hali de değil midir?
Kürtler barış dilinden uzak bu saldırgan dille barışmayacak kuşkusuz. Olsa olsa bu tiynetteki insanlar, barışı kabullenmek durumunda kalacak.
Hacettepe Üniversitesi'nde öğrencilere saldıran yüzleri maskeli faşistler, bu dilin vücut bulmuş halinden başka bir şey değildir. Bayrampaşa Belediyesi'nde yaşananlar da öyle.
Muhalefeti sindirmek, susturmak, etkisizleştirmek için uygulanan politikaların demokrasi ile, hukuk ile, adalet ile hiçbir ilgisi yok. Toplumun geneline yayılmış dorumdaki mutsuzluk ve karamsarlık, işte tam da bu yüzden.
*
Sonbahar hazırlıkların mevsimidir Diyarbakır'da ve dünyanın her yerinde. Bir de, sonbahar insanın duygularını her yere ve en çok şiire götürür: "nasıl iş bu/
her yanına çiçek yağmış/erik ağacının/ışık içinde yüzüyor/neresinden baksan/gözlerin kamaşır/oysa ben akşam olmuşum/yapraklarım dökülüyor/usul usul/adım sonbahar" (Attilâ İlhan, Adım Sonbahar).
Şiir kişisel bir karamsarlığı anlatıyor. Ama memlekette atılacak adımlar, ilkyaz tazeliğinde olsun. Kasım falan da toparlanıp gitmeden...