Cumhuriyet Halk Partisi, bir asırlık tarihinde pek çok fırtına atlattı.
Ancak son günlerde yaşananlar, sadece bir iç tartışma değil, aynı zamanda partinin geleceğini de şekillendirecek türden gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor.
2 gün önce İstanbul İl Başkanlığı’nın abluka altına alınması bu sürecin yeni bir kırılma noktası oldu.
Bir partinin en büyük gücü, kendi içinde bir arada kalabilmesidir.
CHP’de uzun süredir devam eden hizipler, parti içi demokrasi ile “iç kavga” arasındaki çizgiyi bulanıklaştırdı.
Kimi kesimler, değişim talebini yüksek sesle dillendirirken; kimi kesimler de mevcut yönetimi savunuyor.
Ancak dün yaşanan tablo, bu gerilimin artık sokaklara, hatta parti binalarına taşındığını gösteriyor.
Bu durum sadece CHP’nin iç meselesi olarak görülemez.
Türkiye siyasetinde ana muhalefetin aldığı her pozisyon, iktidar-muhalefet dengesi açısından doğrudan önem taşır.
Hele ki İstanbul gibi kritik bir şehirde, CHP’nin yaşadığı kriz sadece örgütü değil, seçmenin de güvenini sarsma riski taşıyor.
Sorulması gereken şu:
Parti içindeki farklı sesler demokratik bir olgunlukla masada konuşulabilirken, neden böylesine sert görüntüler yaşanıyor?
CHP’nin kendi içindeki çeşitliliği avantaja çevirmesi gerekirken, bunu çatışmaya dönüştürmesi, yalnızca iktidara alan açıyor.
Unutulmamalı ki siyaset, krizleri yönetebilme sanatıdır.
CHP, tarihinin bu kritik döneminde ya iç barışını sağlayarak daha güçlü çıkacak ya da kavgaların gölgesinde seçmen nezdinde yara alacak.
İstanbul İl Başkanlığı’nın abluka altına alınması, sadece bir günün olayı değil,
Partinin geleceğine dair ciddi bir uyarı niteliğinde.
Artık mesele, kimin hangi koltuğu aldığı değil, CHP’nin bir bütün olarak nasıl ayakta kalacağıdır.