Günaydın Türkiye. Günaydın sevgili okurlarım. Türkiye nereye gidiyor? Bu soruyu artık sadece aklımla değil, yüreğimin tam orta yerinde duyduğum bir sızıyla soruyorum.
Türkiye nereye gidiyor?
Çünkü bu ülkenin yarını sadece politik tartışmaların değil; çocukların gözlerindeki umutların, yaşlıların yorgun bakışlarının, gençlerin derin iç çekişlerinin meselesi hâline geldi.
Barış olsun deniliyor;
Bir yanda sevinç gözyaşları,
Bir yada kıyametler kopuyor.
Sokaklar değişti…
Bir zamanlar sabahın erken saatlerinde bile canlı olan şehirler şimdi aynı kalabalığın içinde daha sessiz, daha dalgın. İnsanlar konuşuyor ama gülmüyor; gülümseyenler de çabuk yoruluyor.
Bu yetmiyor; Ekonominin ağırlığı, bir taş gibi toplumun omuzlarına bırakılmış durumda. Pazardan eli boş dönen bir annenin sessiz adımlarında, emekli bir babanın cebinde kalan son parayı sayarken ki mahcubiyetinde saklı aslında bu ülkenin sorusu:
Türkiye nereye gidiyor?
Siyaset ise artık evlerin salonlarında izlenen bir tiyatro oyunu gibi. Replikler değişiyor ama sahne aynı. Umut veren cümlelerin yerini içimizi geren bir belirsizlik aldı. Hâlâ “her şey düzelecek” deniyor ama kimse bunun ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyor.
Hatta kimse inanmıyor.
Beklentiler yoruldu, sabır inceldi.
En çok da gençler yaralıyor insanı…
Gözlerinde taşıdıkları ışık sanki rüzgârın estiği her yerde titriyor. Bir bavula sığdırdıkları hayallerle başka ülkelere gitmek istiyorlar. Arkalarında bıraktıkları ise sadece aileleri değil; bu topraklarda kök salmış anılar, sesler, kokular… Bir ülke için bundan daha acı bir şey olabilir mi?
Gençler, gidenler, gidecekler;
Ahmet Kaya, Yılmaz Güney neden öldüler dersiniz?
Alışılmış deyişle;
“Vatan Hasretinden.”
“Halkına olan özlemlerinden.”
Doğu’nun yalnızlığı, Batı’nın huzursuzluğu, büyük şehirlerin kalabalık içindeki ıssızlığı derken, toplumun içindeki bağlar da inceliyor. İnsanlar birbirine daha az güveniyor, daha az sarılıyor. Oysa bu ülke, zor günleri ancak dayanışmayla aşabilmiş bir ülkeydi; Kürdüyle, Türküyle.
Türkiye nereye gidiyor?
Belki de bu sorunun en ağır tarafı, cevabın kimsenin elinde olmaması. Çünkü ülke artık sadece politikacıların değil; yüreği kırılanların, umudu azalanların, adaleti bekleyenlerin, huzuru arayanların da omuzlarında.
Ama yine de…
Bu topraklarda her şey tükenmiş gibi görünse de, dipten gelen bir iyileşme isteği var.
Artık yeter barış gelsin.
Bir sabah güneş doğduğunda her şeyin biraz daha iyi olmasını dileyen sessiz bir kalabalık var. Bu kalabalık belki sesini duyuramıyor, belki örgütlenemiyor ama içlerinde hâlâ kıpırdayan bir umut taşıyor.
Artık yeter barış gelsin.
Türkiye nereye gidiyor?
Cevap belki de şurada gizli:
Eğer biz yüreğimizi karartmazsak, bu ülke de karanlığa teslim olmayacak. Yeter ki birbirimizi yeniden hatırlayalım… Yeniden sarılalım… Yeniden güvenelim; Kürt ayrı, Türk ayrı demeyelim.
Çünkü Türkiye, hâlâ bu insanların yüreğinde yaşayan bir ülke.
Kulak vermeye değer bir söz
Totaliter rejimler; tabanlarını ahlaksızlaştırarak kendi suçlarına ortak ederler.
Hannah Arentd
&
Kirveme öğütler
Kirvem bunu hiç aklından çıkarma;
“Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar”
Maurice Duaverger
&
Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;
“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”
“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ OLSUN.”
“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”
“ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI OLSUN.”
Daha da önemlisi;
YAKIP YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR BİÇİMDE YAPILSIN.
İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.
Dostça kalın.