Adıyaman’da ilk gün benim için çok zor geçmişti. Hem şoktaydım, hem gönüllülerle çalışmak çok umut vericiydi, hem de çok yorgundum. İlk gün araçta yattım. Daha doğrusu yatamadım. Sabah erkenden şehri gezmeye çıktık. Merkeze girdiğim gibi toz, duman, ambulansın siren sesleri, insanların telaşı, sanki deprem yeni olmuş gibiydi. Ama depremin 5. günündeydik. Büyük caddelerde enkaz çalışmaları vardı. Yüzler yabancıydı tabi. Çoğunlukla yurt dışından gelen arama kurtarma ekipleri vardı. Polisler bazen zorluk çıkarıyordu bize. Akreditasyon kartı şartı getirilmişti. Sanki savaştayız. Sanki bir doğal afet değilmiş gibi.

İki şerit arasındaki yeşillik alanlar yeşil değildi. İnsanlar derme çatma çadırlar kurmuşlardı. Hatta çoğunlukla çadır bile yoktu. Battaniyeler, yataklar, yastıklar…

Enkazlardan çıkarttıkları bazı malzemeler. Geceleri Adıyaman çok soğuk oluyordu -4 dereceye kadar da iniyordu sıcaklık. Ve insanların çadırları bile yoktu. Saatlerce yürüdük ve her yerde manzara aynıydı. Ara sokaklar ve mahallelerde enkazlar öylece duruyordu. Hiç kimse yoktu. Ara sokaklarda insan bile yoktu.

Adıyaman’da yaşayan bir arkadaşımla görüştük. Ailesinde 26 kişi ölmüştü. Görüştükten sonraki gün ise amcasını kaybetti. Sadece bir ailede 26 kişi öldü. Yazmak, okumak, dile getirmek ne kadar kolay…

26 can, her birinin hayalleri, umutları, anıları enkaz altında kaldı. Aslında arkadaşıma göre onlar şanslı çünkü ölülerini çıkarabilmişler, tek parça halinde. O kadar acı bir durum ki. Arkadaşım, Adıyaman’da ailelerin hepsi tek bir apartmanda yaşar diyordu. Yani kentte öyle bir durum var. Yapıların çoğunluğu aile apartmanı oluyor. İşte bazı enkazlarda kimse yoktu. Yani arama kurtarma ekiplerini geçtim, sivil insan yoktu.  Arkadaşımın söylediğine göre enkazda bekleyecek kimse yok çünkü bir aile apartmanının tamamı enkaz altında. Yani bunu söylediği an başımdan kaynar sular döküldü. Enkazda bekleyecek kimse yok. Ve gün boyunca gezdiğim ara sokakların çoğunluğu böyleydi. Enkazlar öylece duruyor.  Depremin 5. günü ve kurtarılmayı bekleyen binlerce insan vardı Adıyaman’da. Ama kent sahipsiz, kimsesizdi diğer kentler gibi. Bir kent yok olmuştu. Kurtulanlar kenti terk ediyordu yada köylere akın ediyordu.

Cadde üzerine çıktık tekrar, bir arama kurtarma çalışması vardı. Enkaza yaklaştık, bir kadının oğlu ve torunu enkaz altındaydı. Kadının elinde oğluna ait bir hırka vardı. Ona sarılıp isyan ediyordu. “Devlet nerede?“ bu soruyu bütün Adıyaman soruyordu. Ama kimse yanıtını alamıyordu. Kadının gelini ve bir torunu hayatını kaybetmişti. Bir umut oğlunu ve diğer torununu bekliyordu. Kepçecilere isyan ediyordu. Çünkü arama kurtarma çalışması yoktu direk kepçeyle enkazlar kazılıyordu. Kepçenin ağzında umutlar, umutlar öylece kamyonlara yüklenip şehrin dışına boşaltılıyordu. Umutlar paramparçaydı Adıyaman’da.