Bir gün, hepimiz bu dünyadan çekip gideceğiz.
Bir gün, hepimiz “senin zamanın benim için doldu” denilen noktaya geleceğiz.
Bir gün, hepimizin gözleri bir daha açılmamak üzere kapanacak, sesimiz susacak, adımlarımız duracak.
Ancak bazıları, bu gidişi sessiz bir vedadan çok daha fazlasına dönüştürür.
Çünkü bazı insanlar, hayatı yaşarken değil, giderken bile iz bırakır.
Kimi bir çocuğun hafızasında kalan bir gülümseme olur,
Kimi bir işçiye uzatılan adaletli bir eldir.
Kimi meclis kürsüsünde söylenen cesur bir cümlede yaşar,
Kimi bir mahallenin duvarına yazılan bir barış umudunun sözünde.
Kimi ise sokakta yürürken insanların gönlünde yankılanan bir hatıradır.
Herkes ölür, ama herkes iz bırakmaz.
Nitekim iz bırakmak, yaşarken gerçekten dokunmakla mümkündür.
Bazı insanların ardından "iyi insandı" deriz, bazılarını ise tarif edecek kelime bulamayız. Çünkü bazı hayatlar, sadece yaşanmaz, yaşatır da.
Onlar aramızdan ayrıldığında boşluk sadece fiziksel değildir; bir düşünce, bir duygu, bir ilham da eksilir.
Mesele ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımızdır.
Her gün yaptığımız küçük seçimler, bir başkasının kalbinde açtığımız küçük pencereler, hayatın görünmeyen yerlerine bıraktığımız ışıklardır.
Ölüm, kaçınılmazdır. Ama iz bırakmak, bir tercihtir.
Ve belki de en anlamlı soru şudur: "Ben bu dünyadan giderken neyi geride bırakacağım?"
Bu dünya düzeninde iz bıraktığın kadar varsın.