“Diyarbakır’a ne lazım” diye sorarsak eminim herkes kendi penceresinden birçok cevap verecektir. Ama bu işin asıl cevabı sokakta, pazarda, kahvede oturan insanların gözlerinde gizli.

Emekli maaşı yetmeyen dedenin iç geçirişinde, okula çantasına beslenme koyamadığı için aç giden çocuğun sessizliğinde, işsiz gencin sabah erkenden evden çıkıp akşama kadar umut aramasında var cevabı.

Her şeyden önce Diyarbakır’a huzur lazım. Yıllarca süren çatışmalar, siyasi çalkantılar ve toplumsal gerginlikler, bu güzel şehrin potansiyelini gölgelemiş durumda.

Oysa bu Diyarbakır, farklı kültürlerin, dillerin ve inançların bir arada yaşadığı bir mozaik. Bu mozaiğin çatlamaması için barışın kalıcı bir şekilde tesis edilmesi şart.

Bu durum sadece Diyarbakır’la alakalı değil. Maalesef ki ülkenin genelinde yaşanılıyor. İnsanlar önce huzurun sonra da kuruş ile lokmanın hesabını yapıyor.

Öyle ama bizim buralarda bu daha çok yaşanılır oldu. O yüzden tabiri caiz ise ‘bizden’ devam edelim.

Diyarbakır’a insanların geçinebileceği yeni iş alanları lazım. Buna sanayi ve fabrika diyebiliriz. Üretim ve imalatın yaygın olacağı iş sahaları yani.

Gençlere umut lazım. İş yoksa bu gençler neye tutunsun? Sadece “sabret” demekle olmuyor. Gençlerin çalışabileceği iş ve de hayal kurabileceği bir şehir lazım.

Sadece cafelerde oturup vakit geçirmek değil, üretmek, ülke ve şehrin değerlerine değer katmak istiyor. Diyarbakır’a istihdam lazım. Genç nüfusun çoğunlukta olduğu bu şehirde işsizlik ciddi bir sorun. Nitelikli eğitimle desteklenmiş, yerel kaynaklara dayalı bir kalkınma modeli gençlerin başka şehirlere göç etmesini engelleyebilir. Tarım, turizm, kültür-sanat ve teknoloji alanlarında yapılacak yatırımlar, hem ekonomiyi canlandırır hem de umutları yeşertir.

Bunun yanında, insanlar geçimini sağlamak adına topraktan ürettiği ürünlerinin hakkını almak istiyor. Bir nevi ‘alın terinin’ karşılığını almak istiyorlar. Çarşıda tezgâh açan esnaf dükkanını kapatmamak istiyor. Herkesin karnını doyurduğu, geleceğe umutla baktığı bir hayat lazım. Tüm ülkeye ama Diyarbakır’a da .

Bu şehre biraz daha fazla ‘sahiplenme’ lazım. Dışarıdan bakanlar için bir haber başlığı, bir klişe ya da bir “mesele” gibi görünen Diyarbakır, aslında içinde yaşayan milyonlar için bir ev, bir kimlik ve bir umut kaynağı. Bu sahiplenme, dışarıda beslenen önyargıların yerini empatiye bırakmasını sağlayacaktır. Bu durum hem Diyarbakır’a hem de Türkiye’nin bütününe iyi gelecektir.

Diyarbakır’a daha fazla yeşil alan lazım. Sur’un taş duvarları arasında kaybolan çocukların oyun oynayabileceği parklar, ailelerin nefes alabileceği mesire alanları, doğa ile iç içe bir şehir yaşamı… Bunlar sadece çevresel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda sosyal bir iyileşme aracıdır.

Sonra sağlık lazım bu şehre. Herkes iyi bir hastaneye ulaşmak, çocuğunu doktora götürmek, yaşlısına bakım bulmak istiyor. Ama bazen bir randevu almak haftalar sürüyor, bazen de o randevuya gidecek yol, para ya da imkân olmuyor.

O kadar da olmaz dediğinizi duyar gibiyim. Ama hakikaten öyle. Doktora gidecek fiziki koşullar elverse bu defa da ekonomik koşullar zorluyor. Zaten özel sağlık kuruluşlarının olduğu kaldırımdan bile geçmeye korkuyor insanlar.

Kadınlara, yaşamın her yerinde bulunabilmek için istihdam alanları yaratmak gerek. Kadınların çalışabileceği, sosyalleşebileceği, kendini geliştirebileceği alanlar gerekiyor. Zira şiddetten uzak ve eşitlik içinde bir yaşam herkesin hakkı.

Diyarbakır’a hizmet eden yöneticiler lazım. Halkın içine çıkan, sokakta yürüyebilen, halkın derdini kendi derdi sayan insanlar lazım. Beton değil, insan odaklı projeler lazım. Kaldırım yaparken yaşlıyı ve engelliyi, çocuk parkı yaparken anneyi düşünen bir bakış lazım.

Bundan, yöneticilerimiz böyle değiller anlamı çıkmasın. Her güzel şeyin ‘daha fazlası’ anlamında yazıyorum.

Güzel Diyarbakır’ımız için daha birçok şey lazım aslında. Ama şimdilik bunlar geçsin kayıtlara. Ama devam edeceğiz zamanla.