Her sabah bir kadının daha öldürüldüğü haberleriyle uyanmak, artık yalnızca acı değil, utanç da veriyor.
Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın, en yakınındaki erkekler tarafından katlediliyor. Neredeyse sıradan bir vaka haline gelmiş durumda. Sadece “Vah Vah” deyip es geçiyoruz. Bilemediniz, sosyal medyada birkaç afili cümle ile lanetliyoruz. Bazen de “kimi kadın cinayetleri” için, yürüyüşler ve protestolar. Dikkat ederseniz “kimileri” için dedim.
Zira her şeyi olduğu gibi ölümleri bile kategorize eden bir coğrafyanın mukimleriyiz.
Neyse, genellikle bu cinayetlerin sebebi ne biliyor musunuz?
“Ayrılmak istemesi, hayır demesi, kendi hayatını sahiplenmesi, gülmesi, dışarı çıkması…”
Yani yaşaması. Yani kendisini yaşaması.
Tartışmaya bile kapalı olan bir duruş bu.
En son, TBMM'de görevli kadın personel Saliha Ozan Akkaş, boşanma aşamasında olduğu eşi tarafından 37 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Daha evlendiği ilk hafta fiziksel şiddete maruz kalan Akkaş, çevresi ve çalışma arkadaşları tarafından çok sevilen biri. Hatta TBMM’de kendisinin öldürülmesi nedeniyle milletvekilleri sessiz oturma eylemi yaptılar.
Kadın cinayetleri münferit değil, toplumsaldır. Ve bu cinayetlerin faili yalnızca tetiği çeken ya da bıçağı saplayan kişi değildir. Bu cinayetlerin görünmeyen ortakları çoktur.
“Erkektir yapar” diyerek büyüten aileler,
“Evlidir, karışılmaz” diyen komşular,
“Tahrik indirimi” veren mahkemeler,
Koruma kararlarını uygulamayan kolluk kuvvetleri,
Kadını susturan medya,
Cinsiyet eşitsizliğini körükleyen politikalar…
Kadına yönelik şiddetin temelinde eşitsizlik vardır. Kadını erkeğe tabi gören anlayış, onu bir birey değil bir “ait” olarak konumlandırır. Bu düşünce değişmediği sürece, biz sadece istatistiklere bir rakam daha ekleriz.
Oysa her rakamın bir adı, bir hikâyesi, yarım kalmış bir hayatı var. Özgecan var, Pınar var, Şemsê var, Münevver var…
Ve daha niceleri.
Artık “kadın cinayeti” değil, “erkek şiddeti” demeliyiz. Çünkü sorun kadınların varlığı değil, erkek egemenliğinin şiddetle kendini sürdürmesidir. Bu nedenle çözüm de kadınlara değil, topluma ve özellikle erkeklere düşüyor.
Eğitim sisteminden adalet mekanizmasına, medyadan aile yapısına kadar her alanda cinsiyet eşitliği sağlanmadan, bu utanç bitmeyecek.
Bugün bir kadın daha hayatta kalmaya çalışıyor.
Belki sokakta, belki evinde, belki tam da şu anda sessizce yardım bekliyor.
Unutmayalım, sessizlik onaydır.
Görmezden gelmek, tarafsız kalmak değil, zalimin yanında durmaktır.
Kadınlar yaşasın diye artık sadece kadınlar değil, herkes mücadele etmeli. Çünkü bu bir kadın sorunu değil, bu bir insanlık sorunudur.