1970’lerin, 80’lerin ve 90’ların başındaki Van… Benim iki memleketimden biri… O yıllarda bir şehirden çok büyükçe bir kasabaydı Van.
Nüfusu 90 binleri zor bulurdu. Herkes birbirini tanır, mahallenin çocuğu bütün mahallenin evladı sayılırdı. Komşuluklar sadece selamla sınırlı değil, yeri geldiğinde lokmayla, acıyla, sevinçle paylaşılan bağlardı.
O zamanlar Van, toprak evlerin şehriydi. Tek katlısı da vardı, iki katlısı da… Bazı yerlerde üç kata kadar çıkanlar bile görülürdü. Ama ne olursa olsun hepsinin bir ruhu vardı. Bahçeli evlerdi onlar; küçük ya da büyük fark etmez, mutlaka bir bahçesi olurdu. O bahçelerde gül, akasya, leylak ve iğde kokuları birbirine karışır; sabahları okula giderken bu kokular eşlik ederdi bize.
Ben Hüsrev Paşa İlkokulu’na giderdim. Yolum Perihanoğulları’nın bahçesinin yanından geçerdi. Toprak duvarlarının ardından iğde ağaçlarının kokusu sızardı burnuma. Bahçelerdeki o mis gibi doğal hayatla birlikte biz de büyürdük. Şehrin her yanından geçen sulama kanalları, yani kehrizler, hem bahçeleri beslerdi hem de bize serin bir içme suyu sunardı. Van bir su şehriydi adeta. Doya doya içer, ellerimizi yüzümüzü yıkardık o berrak kehrizlerde.
Şehir büyümemişti henüz. Merkez sınırlıydı. Apartman çok nadirdi. Çoğu ev topraktandı ve insanlar toprakla, doğayla iç içe yaşardı. Ramazanlar başka güzel olurdu. Komşular arasında yemek alışverişi, dayanışma, zarif bir incelikle yapılırdı. Kimse kimseyi incitmez, ihtiyacı olan utanmasın diye yardımlar gizlice yapılırdı. Esnaf yangın gibi afetlerde zarar gördüğünde komşu esnaflar el birliğiyle yardım eder, dükkânı tekrar ayağa kaldırdı.
Ama 90’lı yıllardan sonra Van değişmeye başladı. Çatışmalı sürecin artmasıyla birlikte Doğu Anadolu'nun dört bir yanından Van’a göçler başladı. Hakkâri’den, Ağrı’dan, Muş’tan, Siirt’ten… Van bir anda bölgenin göç merkezi oldu. Nüfus hızla arttı. Toprak evler yıkıldı. Müteahhitlerin eline geçen arsalar apartmanlarla doldu. Bahçeler yok oldu. Kehrizler kapatıldı. Su kanalları kurudu. Güller soldu, iğdeler kayboldu. Akasya, leylak, kavak ağaçları bir bir kesildi. Van artık kokusunu kaybetti.
Bugün baktığımızda eski Van’ı bulmak neredeyse imkânsız. Eski mahallelerin yerinde kat kat betonlar yükseliyor. Bahçesiz, havasız, ruhsuz betonlar… Eskiden sokakta oynayan çocuklar şimdi apartman boşluklarında, asfaltın üzerinde büyüyor.
Edremit bir zamanlar Van'ın meyve bahçesiydi. Sebzenin, meyvenin bereketli diyarıydı. Elması, kayısısı, eriği dillere destandı. Şimdi orası da apartman apartman… Yeşil günden güne azalıyor. Edremit de böyle giderse birkaç yıla kalmaz, Van'ın son nefes aldığı yer de kapanmış olacak.
Ve trafik… 50 yıl önceki yollarla bugünkü nüfus aynı yollarda yürümeye çalışıyor. Ne alternatif güzergâh var ne otopark anlayışı. Site içerisine araç parkı yapılmadığı için yollar işgal altında. Yeni yapılan yollar bile dar; örneğin sahil yolunun iki şeritli olması Van’a yakışmıyor. Şehrin yürüyüş yolları bile yetersiz. İnsanlar birbirine çarpmadan yürüyemiyor. Yollar darsa, kaldırımlar da dar. Şehirde adeta nefes almak bile zorlaşıyor.
Ve bir başka gerçek daha var: Van, büyükşehir oldu ama şehirleşemedi. Varoşlarında hâlâ altyapı yok. Bazı mahallelerde yağmur yağdığında sokaklar çamur deryasına dönüyor. Asfaltlar yetersiz, yolların çoğu yama usulü yapılmış. Kaldırımlar dar, yamuk, düzensiz. Planlama yapılmadan inşa edilen yapılar hem trafik yükünü artırıyor hem de yaşam kalitesini düşürüyor. Nüfusu 1 milyonu aşmış bir şehirde, hâlâ köy havası hâkim.
Oysa Van yalnızca bugünün değil, binlerce yıllık tarihin de şehridir. Urartulara başkentlik yapmış, Tuşba adıyla medeniyetin merkezlerinden biri olmuş bir coğrafyada yaşıyoruz. Türkiye'nin en büyük gölü, dünyanın en büyük sodalı gölü burada. Van Kalesi, Hoşap Kalesi, Ayanis Kalesi, Akdamar Adası ve Ermeni Kilisesi… Burası bir açık hava müzesi aslında. Ama ne yazık ki bu değerlerin tanıtımı yok denecek kadar az. İran'dan gelen turistler genellikle alışveriş merkezlerine yönlendiriliyor. Oysa Van kültür turizmi açısından çok daha fazlasını hak ediyor.
1990’lı yıllardan önce hatırı sayılır düzeyde yabancı turist ağırlayan Van, bugün sadece ticaretin döndüğü bir uğrak noktası haline geldi. Oysa bu şehirde sadece satılacak ürünler değil, gösterilecek tarih, anlatılacak efsaneler, yaşatılacak kültür var. Kültürel dokuyu canlandırmak, tanıtımı artırmak ve değerlerimize sahip çıkmak yöneticiler kadar halkın da sorumluluğudur.
Evet, Van artık büyükşehir statüsünde. Ama sokakları dar, yolları yetersiz, altyapısı sorunlu, kültürel mirası sahipsiz bir şehir için ‘büyükşehir’ demek yeterli mi?
Belki de acı ama gerçek soruyu şöyle sormalıyız: Van gerçekten büyükşehir mi oldu, yoksa sadece büyümüş bir köy mü?
Sevgiyle kalın.