Bazı şehirler vardır, insanı yalnızca mimarisiyle, yemekleriyle ya da tarihiyle etkilemez.

Onlar, bir bütün olarak yaşar, nefes alır, konuşur.

Diyarbakır, işte tam olarak böyle bir şehir. Kendi kültürünü, tarihini ve değerlerini yalnızca korumakla kalmıyor; onları gündelik yaşamın her alanında yeniden üretiyor, sahipleniyor ve geleceğe taşıyor.

Neredeyse her hafta düzenlenen etkinliklerde, sergilerde, festivallerde, siyasi partilerin kongrelerinde görebilirsiniz.

Sadece Diyarbakır halkına değil, bazı programlarını da uluslararası arenaya hitap edecek şekilde kapılarını açıyor.

Konu ne olursa olsun; ekonomiden sanata, kadın haklarından çevre sorunlarına kadar Diyarbakır insanı önce kendi kimliğiyle, kendi diliyle, kendi hikâyesiyle söze başlıyor.

Bu, basit bir “yerelcilik” değil.

Bu, geçmişle kurulan güçlü bir bağın bugünkü yaşama kattığı direngen bir bilinç.

Hangi alanda çalışılırsa çalışılsın her detay bir arşiv, bir hazine niteliği taşıyor.

Diyarbakır, kültürünü bir vitrin süsü olarak değil, bir yaşam biçimi olarak görüyor.

Hepsi bu kültürel sahiplenmenin farklı yansımaları.

Şehir, kültürel alanları çoğaltarak bu duruşu daha da görünür kılıyor.

Gençlerin söz sahibi olduğu kültür merkezleri, kadınların öncülüğünde yürütülen sanat atölyeleri, sokak performansları, açık hava sergileri ve seminerler, Diyarbakır’ın kültürel belleğini diri tutan örneklerden sadece birkaçı.

Bu sahiplenmenin en etkileyici yanı ise bunun devlet eliyle değil, halkın kendi içinden gelen bir motivasyonla yapılması. Kültür, burada yukarıdan inen bir politika değil; aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen, halkın kendi elleriyle şekillendirdiği bir pratik.

Bugün birçok şehir kimlik bunalımı yaşarken, Diyarbakır net bir duruş sergiliyor: “Ben kim olduğumu biliyorum ve bu kimliği hem savunuyorum hem de yaşatıyorum.”

Bu duruş, sadece bölgeye değil, bütün Türkiye’ye örnek olacak bir toplumsal özgüvenin ifadesidir.

Diyarbakır, geçmişiyle barışık, bugünüyle gururlu ve geleceğe dair umut taşıyan bir şehir.

Onun kültürel mirası, yalnızca korunması gereken bir değer değil; aynı zamanda yeniden üretilip paylaşılması gereken bir yaşam kaynağıdır.